- 2.08.2011 00:00
PKK lideri en azından bir süreliğine aradan çekildi. Masadan kalktığı sırada da önemli eleştirilerde bulundu; hükümetin İmralı heyetini, Kandil’in ise kendisini taşeron olarak kullandığını söyledi. Tekrar dönmek için ise bir dizi şart öne sürdü.
Hükümetin Silvan sonrası tepkisi ortadaydı; Başbakan “Bazı şeylerin artık Öcalan’ı da aştığını” belirterek, İmralı’nın her şeye hâkim olamadığını, dağdakilerin işlerine geldiği zaman Öcalan ile uyum içinde hareket ettiğini, gelmediğinde ise takmadıklarını ilan etti.
Kürt tarafı kabul etmekte zorlansa da Başbakan’ın sözlerinde gerçeklik payı var; Öcalan, her şeye hâkim değil, örgütü de kendisini pek dinlemiyor; bu doğru. Bunun ayrıntılarına geçmeden önce, madalyonun öteki yüzüne bakmayı öneriyorum. Burada da hükümetin hataları göze çarpıyor. AKP, İmralı’da üzerinde konuşulan çözüme ne kadar niyetli? Öcalan, devlet heyeti ile mutabakata vardığını, barış konseyi kurulacağını açıkladığında hükümet duymazlıktan gelmedi mi? Bu tutumuyla Öcalan’ı “kendisi çalıp kendisi oynuyor” pozisyonuna sokmadı mı?
Eğer hükümet İmralı’da yapılan görüşmelerin gerçekten arkasında olsaydı ve barış görüşmelerinin sürmesini samimi olarak savunsaydı Öcalan böyle kolay masadan kalkabilir miydi?
Bence devlet, makul bir barış ümidi verseydi kimse Öcalan’ı o masadan kaldıramaz, ona “aradan çekiliyorum” dedirtemezdi.
Şu gerçek; hükümetin elinde masadan kalkmasını haklı kılacak bir Silvan olayı var. 13 askerin ölümü, Başbakan’ın yumruğunu masaya indirmesine yetecek meşruiyeti sağlıyor; ama Silvan olayı ancak bu kadarına izin verir. Başbakan’ın barıştan vazgeçmesini haklı çıkarmaz. Savaşa girişmesini ise hele hiç haklı çıkarmaz.
Habur’daki yol kazasından sonra güvenlik bürokrasisinin faturayı Kürt siyasetçilere çıkardığını hatırlayalım. Ders çıkarmayı gerektiren bir süreçti; hükümetin beceriksizliği eve dönüşü şova dönüştüren Kürt siyasetçilerin düşüncesizliğiyle birleştiğinde her şey berbat oldu, barış kaybetti. Güvenlik bürokrasisi buradaki beceriksizliğini KCK operasyonlarıyla Kürt siyasetçilere fatura edince Kürt sorunu daha fazla büyüdü, barış ihtimali daha bir güçleşti.
Bugün yaşanan durum farklı değil; PKK İmralı ile görüşmelerin ilerleme kaydettiği bir anda askerlere saldırarak bir kez daha oyunbozanlık yaptı, barış sürecini tersine çevirdi. Güvenlik bürokrasisi ise Habur’da olduğu gibi yine hükümetin tepesine binerek “silahla bitirelim bunları” demeye başladı. Başbakan’ın bu telkinlere kulak asıp asmadığı henüz belli değil. Güvenlik bürokrasisinin esas rahatsızlık noktasını bence devletin İmralı’da Öcalan ile yaptığı görüşmeler oluşturuyor. Kandil’in saldırganlığına sığınan bürokrasi, hükümeti İmralı ile yapılan görüşmelerin “sonuç vermeyeceğine” ikna etmeye çalışıyor.
Hükümet ise kararsız görünüyor. Zira Kürt meselesine dair net bir çözümü yok. Akılda çözülemeyen sorunu hayatta çözebilme imkânı da yoktur. Hükümetin yaşadığı kararsızlık buradan kaynaklanıyor. Dikkat ederseniz sürekli Kürt siyasetçileri ve onların Kürt meselesiyle ilgili görüşlerini tartışıyoruz. Çünkü onların dışında bu ülkede kimsenin bir önerisi, bir düşüncesi, bir görüşü ve bir “Kürt sorunu” yok. Onları beğenmediğimiz de ortada; bazen hiçbir şey bilmediklerini söylüyor bazen de çok şey istediklerinden dem vuruyoruz.
Bunun nedeni şu ki; bu hükümetin ve Başbakan’ın aklında bir Kürt sorunu yok; var olan sorun, sağda solda elinde silah ve bombayla askere, karakola saldıranlar ve asayişi bozanlardan ibaret. İmralı ile yapılan görüşmeler de doğal olarak “terörü sonlandırmayı” amaçlamaktan öteye gitmiyor. Bu yüzden de görüşmelerden sonuç alınamıyor.
AKP ve Başbakan’ın İmralı’daki görüşmeleri “terörü sonlandırma” gibi aslında Kandil’i de huylandırmaya ve Öcalan’ın altını oymaya yarayan bu yaklaşımına son vermesi gerekiyor. Devlet önce aklında bir Kürt sorunu ve barış tarifi yapıp öyle masaya otursun. Bakın o zaman sonuç olmak çok daha kolaylaşır.
Kandil, İmralı görüşmelerini bugün daha rahat bir şekilde “PKK’nın tasfiyesinin bir parçası” olarak değerlendiriyor, yazıp çiziyor. Kandil’deki örgüt liderleri, devlete başından beri güvenmediler; hükümetten bekledikleri güven verici adımları da göremediler. Bu güvensizlik öyle bir noktaya ulaştı ki İmralı’daki görüşmelerden de kuşku duymaya başladılar. Öcalan’ın “Kandil beni taşeron olarak kullanıyor” sözü öyle geçiştirilecek gibi değil. Bir taktik de sanılmasın; kelimenin tam anlamıyla bir tesbit ve rahatsızlık ifadesi. Öcalan, barışın öznesi olmaktan çıkarılıp nesnesi durumuna getirildiğini anlatmaya çalışıyor. Hükümeti anladık kendisine böyle yaklaşabilir; peki ya Kandil? Eğer endişe edilecek bir durum varsa Kandil ve Kürt hareketi, Öcalan’a barış görüşmeleri için verdiği yetkinin sınırlı olduğunu açıklamalı. Bence bu açıklık, gizli gizli yapmaktan daha iyidir?
Yorum Yap