- 20.07.2011 00:00
Her fırsatta İmralı’nın çocuk gibi azarladığı onlar.
Kandil’in güç yetirebildiği yine onlar.
Her cenazede devletin, hükümetin, siyasi partilerin, medyanın, sağın, solun, aydınların, gazetecilerin bir ağızdan suçladığı yine onlar.
Bunda büyük pay BDP’lilerin, ama elden ne gelir?
Ordu PKK ile baş edemiyorken, devlet 10 yıldır elinde tuttuğu örgüt lideriyle başa çıkamazken BDP onlarla nasıl başa çıksın?
Gençler ölüyor, ocaklara ateş düşüyor; devlet kadar, PKK ve İmralı kadar, hükümet partisi ile muhalefet kadar BDP de suçlu; kabul ediyorum, sorumluluk sahibi.
Ama bırakalım artık her ölümden sonra, her PKK saldırısından sonra BDP’yi hedef tahtası haline getirmeyi, işi sokaktaki öfkeli kalabalığa havale etmeyi...
Bu savaşı başlatma kararını onlar vermedi, barışın kararını da onlara bırakmazlar.
Barış için, gençlerin toprağa düşmesini engellemek için onlardan çaba göstermelerini haklı olarak bekleyeceğiz.
Biraz gerektiği için ve biraz da çaresizliğimizden.
Bu sorunun tarafı oldukları için ve bu meseleyi temsil etme iddiası taşıdıkları için, BDP’den bu sorumluluğu göstermesini elbette bekleyeceğiz.
Onlar ne masum ne baş suçlu.
Biz daha cesuruz, oyunun dışındayız, izleyiciyiz, tribündeyiz; böyle davranmak kolay.
Onların bizden tek farkı sahnede olmalarına karşın kendilerine rol yazılmamış olmaları...
Bunun ne kadar zor bir durum olduğunu sahnede rol yapar gibi dolaşmalarından, konuşur gibi yapıp ses çıkaramamalarından anlıyoruz.
Onlar da çaresiz.
Biz de çaresiziz.
Artık devletin, hükümetin bu işi çözme biçimini sorgulamanın zamanı gelmedi mi?
Öcalan’ın tek başına yazıp oynadığı bu oyunu kabul etme kurnazlığını kabul eden devlet, hükümet hiç mi yanlış tutum içinde değil?
Hayat ucuza kapatılmaya çalışılan bir Kürt çözümüne izin vermedi, vermiyor; yaşadıklarımız, olup bitenler bundan ibaret.
Bunun hıncını istediğiniz kadar BDP’den alın, isterseniz İmralı’dan veya Kandil’den çıkarın, olmaz; çünkü tarihin Kürt meselesinde böyle ucuz bir çözüm formülü yok.
Bu yöntemlerle her şeyi elde edebilirsiniz; ama barışı asla...
Ölümleri de durduramazsınız.
Bunu görelim, anlayalım artık.
Yoksa bundan önceki asker ve sivil yöneticilerin düştüğü açmazdan kurtulamazsınız.
Ve Kürt meselesini sadece daha fazla ağırlaştırırsınız.
Yaptığınız da zaten budur.
Sorun hayatta değil aklınızdaki açmazlarda, yönetim alışkanlıklarınızda, o kendinizi kurtaramadığınız iktidarın bencil hesapçılığında.
Koro halinde tekrarlanan mantıklı, kamuoyunu gütmeye yarayan ama toplumsal karşılığı olmayan içi boş cümlelerde.
Statükonun sınırlayıcılığı bile inanın bunlardan sonra gelir.
Bunlardan vazgeçmek istemiyorsanız halkı savaşa ikna etmek zor değil.
Aklınızdan bir türlü çıkarıp atamadığınız geleneksel çözüm yöntemleri hep orada ve hazır bekliyor.
Ordu hazır, millet hazır, medya hazır.
Hatta dünya bile sıkıldı bu Kürt meselesinden.
Ne var ki bedeli biraz ağır olur.
Yazık ederiz bu güzel ülkeye, hepsi o kadar; belki bu da çok bir şey değildir.
Dünya ekonomilerine nispet edercesine gelişen ekonomimizin, refah düzeyimizin içine edilir. Bununla bitse yine iyi; belki bir otuz yıl daha asker, sivil ölümleri sürüp gider.
Bunun sonu yok.
Kürt sorunu “ne ver kurtul ne de tümden yok et”le içinden çıkılabilecek bir meseledir.
Olsa yine iyi; en azından bu sorundan bir ‘kurtulma’ formülü var deyip, denenebilir.
Ama maalesef yok.
Bütün tarafların katıldığı büyük bir toplumsal uzlaşma becerisi gösterilmediği sürece hep canımızdan alacak, kanayıp duracak ve ne yazık ki hepimizi sonunda insanlıktan çıkaracaktır.
Bu ülke tarihte büyük fetih adamları, nice paşa, anlı şanlı komutanlar çıkardı...
Ama dünyaya karşı övüneceğimiz bir diplomat çıkarmadı.
Devlet-i Aliyye bir tane büyük müzakere adamı çıkarsaydı, Kürt sorunu bugün belki de “kanayan yaramız” olmak yerine kendimizi tarihsel olarak daha şanslı hissedeceğimiz güçlü yanımız olacaktı.
Her şey bitmiş değil elbet; çıkmaz bir sokağın sonunda değiliz. Kürt meselesinde barış ve çözüm şansı her zamankinden daha fazla var. Yeter ki siz bu meseleyi gerçekten çözmek isteyin; barış ayağınıza kadar gelir, emin olun.
Yorum Yap