- 10.05.2014 00:00
Abdullah Öcalan'ın çözüm sürecini "Sırat köprüsü"nden geçmeye benzetmesi çok anlamlıydı. Öcalan, bu metaforla kendisini ziyarete gelen BDP'li heyete süreci olağanüstü bir dikkatle yürütmenin gerekliliğini hatırlatıyordu. Haksız değildi; daha sürecin başında karşı hamleler gelmeye başladı. Öcalan'ın devletle görüştüğü duyulur duyulmaz, Paris'te PKK yöneticisi üç kadın öldürüldü. Öcalan, çözüm sürecinin en az "Sırat köprüsü"nü geçmek kadar imkânsız bir yürüyüş olduğunun farkındaydı. Tecrübesi bunu gösteriyordu. BDP'li heyete sürecin hassaslığını, zorluğunu anlatmaya çalışıyordu. Zorluk, Kürt meselesinin doğasından kaynaklanıyor. Bu meselenin çözümü kolay olsaydı herhalde bugüne kadar on kere çözülürdü; ancak ne Osmanlı döneminde ne Cumhuriyet'in kuruluşu sırasında bu sorun çözülebildi. Çözüm adına bir taraf sadece isyan pratiği üretti, diğer taraf ise askeri seçeneklerin ötesinde bir yöntem geliştiremedi.
Türkiye uzun yıllar bu kanlı döngüden çıkamadı. Turgut Özal döneminde askeri seçeneğin dışına çıkılmak istendiyse de sonuç alınamadı. PKK da 1993'te silahları terk etme, siyasete yönelme sinyali vermesine karşın sonunu getiremeyip yeniden silahlı mücadeleye sarıldı.
1999'da tarih iki tarafa da yeni bir fırsat sundu. Öcalan, silahlı mücadele dönemini bitirdi, örgütün silahlı unsurlarını sınır dışına çekti. Bu gelişme Bülent Ecevit ve Genelkurmay Karargâhı içinde bazı generallerin ortaklaşa hareketi sayesinde sağlandı. Ecevit ve o generallerin tasfiyesiyle bir tarihi fırsat daha kaçırılmış oldu. Türkiye, o tarihten sonra başlayan çatışmalarda binlerce genci daha toprağa verdi. Ülke, anlamsız ve kanlı bir savaşa mahkûm edildi. Bu kanlı açmazdan son yıllarda Oslo görüşmeleri, demokratik açılım ve çözüm süreciyle yeniden çıkma şansı elde ettik. Bir buçuk yıl önce başlatılan çözüm süreci statükonun direnişine rağmen yoluna devam ediyor. Ancak sürece paralel olarak provokasyonlar da sürüyor. Paris suikastı ve Gezi olayları süreci baltalamayı hedefliyordu; ancak 17-25 Aralık’ta iş darbe girişimine kadar vardırıldı, seçim arifesinde süreci başlatan isim olarak Başbakan tasfiye edilmek istendi. Sadece Erdoğan değil, Öcalan da darbecilerin hedefindeydi. 15 yıl önceki sorgu kasetleri piyasaya sürüldü, İmralı'yı gözden düşürmek için psikolojik bir harekât başlatıldı.
Sürece yönelik içeriden ve dışarıdan saldırılar devam ediyor. Statükocu güçler ve derin devlet çatışmaları yeniden başlatabilmek için bütün yöntemleri deniyor. Şimdiki planları da çözüm sürecine olan toplumsal desteği aşağıya çekmek. Cemaat, "hükümet PKK ile anlaştı, ülke bölünüyor" kampanyası başlatarak, yüzde 80'lere ulaşan halk desteğini kırmaya çalışıyor. Cumhuriyet'in en eski korkusunu (bölünme korkusu) uyandırarak, halkın sürece olan güvenini sarsmak istiyor. Tam da bu noktada Öcalan'a giden heyette yer alan, Öcalan'ın uyarılarından da birinci elden haberdar olan Pervin Buldan'ın "Hükümet ile Öcalan özerklikte anlaştı" diye "İmralı Zabıtları" manşetiyle sürecin karşısında duran gazeteye demeç vermesi çok ciddi bir hata. Emre Uslu uzun zamandır bu iddiayı dillendiriyordu; Uslu şimdi rahat rahat Pervin Buldan'ı iddialarına şahit olarak gösterebilir!
Ayrıca Buldan'ın Milliyet'e verdiği demecin, Kandil'in "ulus devlet kurmaktan vazgeçtik" diye Türkiye kamuoyunu rahatlatan o çok önemli açıklamasının hemen ertesinde gelmesi de dikkat çekici. Merkez medya, Buldan'ın açıklamaları üzerine yeniden "ülke bölünüyor" yayınına döndü!
Aslında Öcalan "Sırat köprüsünden geçiyoruz" derken, tam da bu noktalarda BDP'lileri uyarıyordu. BDP'liler Öcalan'a ısrarla "Demokratik özerklik ne olacak" diye sorduklarında, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndaki çekincenin kaldırılmasının yeterli olduğunu söyledi Öcalan. Ve bu aşamada özerklikte ısrar etmenin süreci sabote edeceğini hatırlattı.
Tabii bu yazıyla Kürt siyasetinin süreç nedeniyle susmasını, parti programında yer verdiği hedeflerinden ve özerklik talebinden vazgeçmesini önermiyorum. Sadece Kürt meselesinin basit bir politik oyun olmadığını, dünyanın en zor işi olduğunu ve büyük sorumluluk gerektirdiğini hatırlatmak istiyorum. Özerklik söylemi çözüm için de kullanılabilir, çözümsüzlük üretmek için de. Şimdiye kadar kullanılan biçimi emin olun çözüme hizmet eder nitelikte değil.
Yorum Yap