- 3.05.2014 00:00
“Kürt dostu” kalemler son günlerde Kürt hareketine sert eleştiriler yöneltiyor. Mehmet Altan, “İslamcı Kemalistler” ile işbirliği yapmakla ve Erdoğan’ın “diktatörlüğünü” desteklemekle suçluyor Kürt siyasetini. Altan, Kürt hareketinin Türkiye’nin demokratikleşme kavgasından kaçtığını savunuyor.
Kürt siyasi hareketinin demokrasiyle ilişkisi elbette tartışılabilir. Ancak bu tartışmanın Kürt hareketinin demokrasiyle belki de ilk kez bu kadar sıkı bir bağ kurduğu dönemde, barış süreci için masaya oturduğu sırada başlaması dikkat çekici.
Kürt hareketinin demokratik zeminde durduğunu öncelikle tespit etmek gerekiyor. Silahları susturması, diyalog ve müzakere gibi siyasetin enstrümanlarını kullanmayı tercih etmesi demokratik zeminde durduğunu gösteriyor.
Muhatabının iktidar partisi olması da kaçınılmazdı. İktidar dışındaki başka güçlerle pazarlığa soyunması söz konusu olamazdı; olsa bile bu, resmi bir nitelik taşımazdı. Kürt meselesinde geçmişte siyasilerin söz hakkı olmadığı doğrudur. Askerin ciddiye almadığı siyasileri PKK’nın da almaması doğaldı. Ancak durum değişti, askeri vesayet geriletildi; PKK ve Kürt meselesine geçmişte olduğu gibi Genelkurmay bakmıyor, hükümet ve Meclis bakıyor. Kısaca Kürt hareketinin yüzde 50 gibi büyük bir halk desteğine sahip hükümetle temas kurması rasyonel bir politikadır.
Kürt siyasi hareketinin “İslamcı Kemalistler” ile işbirliği yaparak Türkiye’nin diktatörlüğe doğru savrulmasına göz yumduğu eleştirileri ise gerçekçi değil. Bu suçlama, Kürt hareketinin Gezi olayları ve 17-25 Aralık’ta Erdoğan’a cephe almamasına dayanıyor. Kürt siyasetinin masada kalmasını silaha sarılmamasını doğrudan Erdoğan’a destek gibi algılamak yanlıştır. Kürt hareketi, Erdoğan’a yakın durmaktan daha çok Cemaat-CHP-liberal ittifakın öncülüğünde oluşturulan muhalefet cephesine uzak durdu. Bu muhalif cephenin aslında çözüm sürecini de ortadan kaldırmanın peşinde olduğunu düşündü. Barış sürecinin tehlike altında olduğunu hissetti.
Kürt hareketi 17-25 Aralık soruşturmasını Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak algılamadı; aksine Erdoğan’a yönelik bir darbe girişimi olarak gördü. Çünkü aynı darbe kendi başlarına da gelmişti; cemaat, KCK soruşturması adı altında bütün Kürt siyasetçileri içeri almıştı. Bu tecrübeye sahip Kürt hareketinin masadan kalkarak Cemaat-CHP-liberal öncülüğünde kurulan cepheyle birlikte Erdoğan’ı devirmeye çalışmasını beklemek saçma olurdu. Kürt hareketi, 1990’lardan sonra sivil yöneticilerin başına nelerin getirildiğini çok iyi biliyor. Türkiye’nin yönünün diktatörleşme değil, demokratikleşme doğrultusunda olduğuna inanmasalar zaten bu kadar risk almaz, silahı gündemden çıkarmazlardı. Kimse onları diktatör bir rejim karşısında silahları susturmaya ikna edemezdi.
Kürt hareketinin bu kadar yoğun eleştiri almasının ya da suçlamaya maruz kalmasının sebebi Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinden kopmaları değil; Kürt hareketinin tepki çekmesinin asıl nedeni demokrasi güçlerine yakın durmasıdır, darbeci güçlere ise uzaklığı.
Kürt siyasetini tartışan, sorgulayan ve suçlayan Mehmet Altan’ın da şu sorulara yanıt vermesi beklenir; cemaat ne zamandan beri demokrasi gücü oldu? Cemaat’in polis ve Yargı’daki güçleriyle planlayıp gerçekleştirdiği operasyonlar mı Türkiye’yi demokratikleştiriyor? Öcalan’ın “derin devlet”, “yeni Gladyo” olarak tanımladığı bu yapılanmanın yanında duranlar ne kadar demokrat, liberal?
Yorum Yap