- 1.03.2014 00:00
Başbakan Erdoğan’ın bu kadar hedef haline getirilmesinin nedeni iddia edildiği gibi hükümetin bulaştığı yolsuzluklar mı? Yoksa sıkça dile getirilen, AK Parti hükümetinin otoriterleşmesi mi? Erdoğan’ın “tek adam” haline gelmesi mi?
Asıl meselenin çözüm süreci olduğunu düşünüyorum. Ne otoriterleşme ne de yolsuzluk iddialarını gerçekçi buluyorum. Zira Türkiye, en koyu polis devleti uygulamalarını yaşadığı günlerde AK Parti iktidarı ve Başbakan’a yönelik bu kadar blok halinde saldırı yaşanmadı. Cemaat’in yürüttüğü soruşturmalarla ülkenin nasıl bir açık hapishaneye döndüğünü biliyoruz. Bugün hükümeti demokrasiden uzaklaşmakla suçlayan kalemlerin, cemaat savcı ve polislerinin cirit attığı, toplumu esir aldıkları uygulamaları nasıl övdüklerini hatırlıyoruz. Bireysel hak ve özgürlükler ayaklar altına alındığı sıralarda bu yazarlar, dünyanın görebileceği en berbat polis baskınlarına alkış tutuyorlardı. Emniyet ve Yargı’nın özel yetkilerinin kaldırıldığı, Türkiye’nin normale dönmeye başladığı sırada birden “demokrasi elden gidiyor” diye çığlıklar atmalarının başka gerekçeleri olmalı.
Başbakan Erdoğan’ın hedef olmasında bazı hükümet üyelerinin bulaştığı “rüşvet” ve “yolsuzluk” iddialarının belirleyici olduğunu da düşünmüyorum. Zira AK Parti, 2002’den bu yana iktidar. 12 yıl boyunca gündeme getirilmeyen iddiaların hükümete yönelik bugünkü saldırıların nedeni olması mümkün değil. Daha doğrusu hiç gerçekçi değil.
Bence Başbakan’ın hedef yapılmasının asıl nedeni çözüm süreci. Başbakan Erdoğan, çözüm sürecinden vazgeçmeye yanaşmadığı için bu kadar saldırıyla karşı karşıya kaldı. Eğer Erdoğan, baskılara boyun eğip çözüm sürecinden vazgeçseydi, bugün ne yolsuzluk iddialarına, ne başka siyasi suçlamalara maruz kalırdı. Başbakan Erdoğan, çözüm sürecinden vazgeçip Kürt savaşını sürdürmeye devam etseydi padişah da olurdu, diktatör de. Bugün onu yolsuzlukla suçlayan Cemaat, çözüm sürecinden vazgeçen Erdoğan’ı yere göğe sığdıramazdı.
Başbakan Erdoğan’ı devirme kararı, barış süreciyle bağlantılıdır. Çözüm sürecinin başladığı günlerde hükümete yönelik baskılar sonuç verse, Erdoğan geri adım atsa, eskisi gibi “terörle mücadeleye devam” dese, bugünkü darbe girişimi gündeme gelmeyecekti. Derin devlete teslim olmadığı için Erdoğan saldırılarla karşılaşmıştır. Erdoğan’a barış bedelini ödetiyorlar bugün. Turgut Özal’a da, Necmettin Erbakan’a da, Bülent Ecevit’e de aynısını yaptılar.
Türkiye’deki derin devlet gerçeğini görmeden, bu derin yapının siyaseti nasıl kuşattığını, nasıl bir darbe süreci başlattığını anlamadan söylenecek her laf boştur, anlamsızdır ve art niyetlidir. Demokrasinin, özgürlüklerin, temiz toplumun, rüşvet ve yolsuzluk batağından kurtulmanın a.b.c’si derin devletin varlığını kavramaktan geçiyor, sokaklarda tencere tabak çalmaktan, gürültü çıkarmaktan değil.
Kürt siyasal hareketinin bu gerçeğin farkında olduğunu düşünüyorum. Darbenin rüzgârına kapılacaklarını sanmıyorum. Fakat yine de bu süreçten olumsuz etkilenmediklerini söylemek zor. Öcalan’ın kaseti için “montaj” diyen Demirtaş’ın, Başbakan Erdoğan’ın kasetlerini “montaj olamaz, incelemeye gönderelim” demesi ne kadar doğru bir tutumdur? Abdullah Öcalan ile ilgili yayımlanan kasetler neyse, Erdoğan ile ilgili yayımlanan kasetler de odur. Derin yapının başlattığı darbe operasyonunun bir parçasıdır. Cemaat’in, Erdoğan ve Öcalan’ı bertaraf etme planının bir parçasıdır. Bu gerçeği görmeyen politikacıların doğru adımlar atması mümkün değil.
YAZARIN TÜM YAZILARI
Kurtuluş Tayiz
Twitter: @DARKAPI
Yorum Yap