- 17.01.2014 00:00
Kürt siyasetinin 17 Aralık’ta başlatılan “rüşvet” ve “yolsuzluk” soruşturmasını “darbe girişimi” olarak nitelemesinin nedenleri tartışılıyor. Bu konuya değişik açılardan bakılsa bile iki ana başlık ortaya çıkıyor. (1) Hükümet-Cemaat kavgasında PKK lideri Öcalan, Başbakan’ın yanında saf tutarak kendi pozisyonunu sağlama aldı. Görüşmelerden sonuç alınamazsa Öcalan da “yolsuzluk” tezine geri dönebilir. (2) Kürt siyasi hareketi, “barışı koruma” güdüsüyle “yolsuzlukları” görmezden gelmek zorunda kaldı. Bu yüzden yeni bir “muhatap” çıkana kadar masayı koruyacak.
Kürt siyasi hareketinin 17 Aralık’a karşı aldığı pozisyonun arka planını görmeden doğru sonuçlara ulaşabileceğimizi sanmıyorum. Çünkü bu pozisyon, güncel politik okumalarla belirlenmiyor. Kürt hareketinin bu konularda görüş ve yönelimini belirleyen bir hafızası var. Erdoğan’a karşı başlatılan operasyonun ayak izleri, onlara kendi yakın tarihlerinden tanıdık geliyor. Öcalan’ın 7 Şubat 2012’deki yargı darbesi girişiminin hemen ertesinde (hükümete hitaben) kaleme aldığı mektupta belirttikleri, bu gelişmelerle bağlantılıydı. Öcalan mektubunda, kendisini Türkiye’ye teslim eden uluslararası güçlerin, bu kez Erdoğan’ı devirmeye çalıştığını; önce MİT’i düşüreceklerini sonra da Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştıracakları uyarısını yapıyordu. Öcalan’ın bu konudaki görüşü yeni değildi; 7 Şubat 2012’den çok önce (2011 Nisan) Erdoğan’a şu uyarıyı yapmıştı: “…Ben kendi tecrübemden biliyorum. Başbakan’a yönelebilirler. Böylesi bir süreçte Turgut Özal öldürüldü, Jandarma Komutanı öldürüldü, Erbakan ve Ecevit tasfiye edildi. Yarın Erdoğan da öldürülebilir, yarın darbe de olabilir bu ülkede.”
Öcalan’ın bu konudaki görüşleri pragmatist değil, sistemli ve belli bir istikrar arz ediyor. Nitekim Öcalan, Ekim 2012’de İmralı’da başlayan görüşmelerden sonra da aynı analizlerini sürdürdü; BDP’li heyete, paralel devletin çözüm sürecine yönelik provokasyonlar geliştirebileceğini hatırlattı, tedbirler alınması gerektiğini söyledi. Paris infazlarını bu çerçevede değerlendirdi. Keza Başbakan’a ilişkin uyarısını da sürdürdü.
“Paralel devlet” ile ilgili Öcalan’ın değerlendirmeleri aslında daha da geriye gidiyor. Ergenekon soruşturmaları sırasında Öcalan, bu davaların“temiz eller”operasyonu olduğundan şüphe etmeye başladığını; yeni vesayetçi bir gücün, deşifre olan eski bir yapıyı tasfiye ettiğini, bu yapının siyaseti ve toplumu yeniden düzenlemeye çalıştığını dile getirmeye başladı. Bugün liderlerin, siyasi şahsiyetlerin, medyanın dilinden düşmeyen “paralel devlet” kavramını Öcalan, uzun süredir kullanıyor. Abdullah Öcalan’ın 2009’dan bu yana neredeyse avukatlarıyla yapabildiği bütün görüşmelerde, Türk siyasetini yönlendiren bu “gizli gücün”izinden gittiğini, onu çözümlemeye çalıştığını görebiliriz. Çözüm süreci başladığında Öcalan’ın örgüte gönderdiği ilk mektuplardan biri de (üç sayfalık) "paralel devlet” başlıklıdır.
Kandil’in 2009’dan bu yana aklını bu gücün meşgul ettiğini söyleyebiliriz. PKK, 2009’a kadar Türk siyasetinde askerin, derin devletin ve hükümetlerin yerini, rolünü az çok analiz etmişti. Ancak 2009’dan sonra Türk siyasetinde görünmeyen bir yapının varlığını, gizli elini sezmeye başladı. Ancak resmin bütününü yakın zamana kadar o da göremedi. Bunda, bu yapının geride sürekli sivil hükümete dair izler bırakması etkili oldu.
BDP için de durum bundan farklı değildi. Paralel devletin varlığını bilmelerine karşın, bu yapının gücünün boyutlarını kestiremediler. Ancak yüzünü bir kere (7 Şubat darbesinde) gösteren bu yapıyı 17 Aralık’ta tekrar görünce hemen tanıdılar. 30 yıldır kirli savaşı körükleyen yapıydı bu; dağda, ovada hâlâ bu paralel devletin bıraktığı kanlı izler var. Tarihin bu tarafına Türk kamuoyunu gözü kapalı olabilir ama Kürt siyasetçiler“paralel devlete” baktıklarında,Güneydoğu’yu yıllarca tarumar eden bu canavarı görüyorlar.
Bu nedenle Kürtlerin 17 Aralık’ta gördükleri şeyler “yolsuzluk” ve “rüşvet” operasyonundan fazla bir şeydir. Güncel ve pragmatist tutum almıyorlar. Kürtler Erdoğan’dan önce de bu derin güçle mücadele içindeydiler. Bugün de bu güce karşı durmaları gayet normal. Çünkü bu yapının sadece Erdoğan’ı değil, Öcalan’ı da götürebileceğini, Türkiye’yi kirli bir savaşın içine çekebileceğini iyi biliyorlar.
Yorum Yap