- 9.11.2013 00:00
28 Şubat Davası, Ergenekon ve Balyoz davalarından sonra Türkiye’nin en önemli darbe davalarından biri. Hükümet deviren, siyaseti yeniden dizayn eden açık bir darbe davası. Ancak “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirakle” suçlanan ve haklarında “ağırlaştırılmış müebbet hapis” istenen sanıklar bir bir tahliye ediliyor. 76 tutuklu sanıktan 71’i serbest bırakıldı. Tutuklu sanık sayısı sadece 5!
Davada tutuklu sanık sayısının 5 kişiye kadar düşmesini olumlu bulanlar kadar, bunun sorun olarak görülmesini eleştirenler de var. Yargılamanın sürmesinin daha önemli olduğu belirtiliyor. Bu görüşlere katılmak istiyorum ancak bu kadar iyimser olamıyorum. Davanın gidişatında ciddi sorunlar yaşandığı kanısındayım. Yakın tarihimizde yaşanan ve ağır tahribatlara neden olan bu darbe davasının dosyasına bakıldığında ciddi ve kapsamlı bir soruşturma yürütüldüğü görülebilir; ancak bu soruşturmaya denk bir yargılama yapıldığı söylenemez. Ortada darbecilerin yargılandığına dair ciddi bir görüntü yok.
Bu suçlamaların yüzde birine muhatap olan vatandaşlar yıllardır tutuklu yargılanıyor. Peki nasıl oluyor da ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan asker sanıklar tutuksuz yargılanabiliyor? Güneydoğu’da seçilmiş belediye başkanları, parti yöneticileri, siyasetçiler ceviz kabuğunu doldurmayan iddialarla cezaevinde çürütülürken, neden darbe yaparak hükümet deviren askerler serbest bırakılıyor? Nasıl bir ülke burası? Nasıl bir adalet ve yargı sistemi? Askere ayrı, sivile ayrı mı işliyor?
BENZERLİKLER VAR
28 Şubat Davası’nın ülkenin siyasi gündemine göre yönlendirildiğini düşünmeye başladım. Davanın önceki günkü duruşmasında 15 sanık daha tahliye edildi. Bence bu tahliye kararlarıyla bir mesaj verilmek isteniyor. Mesajın bir kısmı siyasal iktidara, diğer kısmı ise hâlâ zinde olan 28 Şubat güçlerine. AK Parti Hükümeti’ne 28 Şubat’ı hatırlatıyorlar, 28 Şubat güçlerine ise iktidara yeniden saldırma yolunun açıldığını.
Hükümete karşı başlatılan kampanya 28 Şubat’ta yaşananlara nedense çok benziyor. O günlerde hükümete karşı nasıl bir taktik izlenmişti? İddianameye yansıyanlar şöyle: “7 Nisan 1997’de Genelkurmay Karargâhı’nda yapılan toplantıda hükümete karşı Batı Çalışma Grubu’nun kurulduğu belirtildikten sonra Çevik Bir ‘Ülke Cezayir ve İran olmayacak. Öncelikle hükümetin devamını önleyecek, demokratik müesseseleri devreye sokacak çalışmalar yapılmalıdır’ dedi.” (…) Hükümete karşı hazırlanan eylem planlarında RP’nin oylarının yüzde 10’un altına düşürülmesi öngörülüyor. Baskı, zorlama, sindirme, pasifize etme, yalan, iftira, inkâr yöntemleriyle mücadele edilmesi gerektiği anlatılıyor. Planda, ‘RP’nin marjinal bir parti haline gelmesi sağlanmalıdır. Türk demokrasisinin bir süsü olarak demokratik sistem içinde yerini almalıdır. Medya mutlaka ve mutlaka organize edilmeli ve kullanılmalı.”
Bugün de 28 Şubat’takine benzer bir hükümet karşıtı koalisyonun kurulduğu görülüyor. Aşağı yukarı aynı taktikler izleniyor. Sadece karargâh değişmiş durumda. Bu kez Genelkurmay Karargâhı’nda planlanmıyor bu süreç; ‘sivil’ odakların yönlendirmesiyle yürütülen bir süreç var. Öncelikli amaç AK Parti üzerinde baskı oluşturarak “iktidarı paylaşmaya” zorlamak. Diğer güç merkezleriyle “uzlaşır” hale getirmek. İkinci planda ise AK Parti’nin gücünü seçimlerde kırmak. 28 Şubat’ta Refah’ı yüzde 10’un altına çekme hedeflenmişti, şimdi de AK Parti’yi yüzde 50’nin mümkün olduğu kadar altına çekerek zayıflatmak istiyorlar. En büyük rüyaları ise İstanbul’u düşürmek…
Yaşam tarzına müdahale edildiğine dair koparılan gürültü, bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlanacağına dair pompalanan korkunun arkasında yatan gerçekler bunlar.
Yorum Yap