- 26.03.2013 00:00
Hikâyesi bir köyde başladı.
Urfa’nın Halfeti ilçesinin Ömerli köyünde.
Yoksul bir çocukluk ve zorlu bir okul süreci geçirdi.
Ailesine karşı başlattığı isyan Kürt isyanı dediğimiz büyük yangına dönüştü.
Bugün ise “Yeni Türkiye” ve “Yeni Ortadoğu”nun kilidini çözecek kritik isim durumuna yükseldi.
Abdullah Öcalan’dan bahsediyorum. PKK’yı kurduğunda etrafında bir avuç insan vardı, bugün ise Türkiye’de milyonlarca destekçiye sahip. Suriye, İran, Irak ve Avrupa’daki örgüt ve destekleyenleri de buna eklemek gerek.
Ne isyan bayrağı açtığı devlet, ne muhalifleri onu siyasi hayatımızdan çıkarabildi; bir adada hapis olmasına karşın ayakta kalmayı becerebildi.
Tabii Öcalan’ın hikâyesi “yenilmemek” ve “direnmek”le sınırlı değil, “başarmak”la da ilgili.
O başlattığı Kürt isyanının bastırılmasını engellediği gibi bu isyanın “başarıya” ulaşmasını da sağladı.
Devlet ve siyasi iktidarla yürüttüğü görüşmelerde anlaşma sağlayarak isyandan yasal bir siyasi harekete geçişin yollarını ardına kadar açtı. Bu anlaşmada devlet Öcalan’a Kürtlerin meşru liderisıfatını da vermek zorunda kaldı.
Öcalan masum bir siyasi lider mi?
Bence değil.
30 yıllık kanlı isyanın siyasi ve ahlaki sorumluluğunu taşıyor elbet.
Ama bu kanlı isyana son verecek liderlik basiretini göstererek en az 30 bin ölümün daha önüne geçtiği gerçeği de inkâr edilemez.
Öcalan’ın liderliğini Newroz’da verdiği barış emri pekiştirdi.
Öcalan’ı PKK liderliğinden Kürt halkının önderliğine yükselten aldığı bu barış kararıdır.
Silahlara veda etme gücünü göstermese bu isyan da öncekiler gibi tarihe geçecek; belki bastırılacak veya değişen dünyaya ayak uyduramadıkları için trajik bir şekilde sönecekti.
Öcalan’ın farkı önceki isyan liderleri gibi davranmaması galiba.
Daha önceki isyan liderlerinden geriye hatırda bir kaç slogandan başka bir şey kalmadı.
Akıl kadar sabır gücü olmasa veya devletin ve iktidarın ikna olması için bekleme gücünü kaybetse ya da liderliğini örgütteki başka isme bıraksa, ağır hapis koşullarına dayanamayıp pes etse, diğer isyancı liderler gibi kendini ölüme yatırsa bugün her şey daha farklı olmaz mıydı?
Öcalan’ın arkasındaki harekete bakıldığında bugünkü sonuca dua etmeliyiz, diye düşünüyorum. Öcalan’ın liderliği olmasaydı Kürt isyanı birliğini ve disiplinini kaybederek Türkiye’yi de beraberinde daha kanlı bir trajediye sürüklerdi.
Öcalan hem örgüt içerisindeki etkinliğini koruyarak hem de isyan gemisini sakin limanlara yanaştırıp daha fazla can kaybını engelleyerek, büyük bir başarı gösterdi. Kürt hareketine isyan, ölme ve öldürmenin dışında bir seçenek daha yarattı; BDP lideri Demirtaş’ın deyimiyle yarını olmayan Kürt hareketine yaşamın yollarını açtı, geleceğe daha umutla bakmalarını sağladı.
Bu, dağlarda ölen binlerce Kürt gencine Öcalan’ın borcuydu, onun iç dünyasını kestirmek tabii zor. Bu kadar çok genç insan onun adına isyana katıldı ve toprağa düştü... Bir lider halkına barış ve yaşam sunamadıktan sonra önderliğinin de bir anlamı ve önemi olamaz diye düşünüyorum.
Bu yüzden Öcalan’ın İmralı’da devletle kişisel geleceğini kurtarmaya dönük ucuz bir anlaşma yaptığını düşünenlere pek katılmıyorum; Öcalan’ın kendisine karşı da mücadele ederek, nefsine yenilmeyerek, korkunç öfkeye kapılmayarak, gururunun esiri olmayarak temsil ettiği “önderlik makamını”korumaya çalıştığını söyleyebiliriz. Örgüt içinden bile Öcalan’a yönelik ağır suçlamalar getirildiğini biliyoruz. Hatta İmralı’ya getirildiği sırada kardeşi Mehmet Öcalan bile abisine “Korkma, cesur ol” diye telkinde bulunabilmişti. Oysa Öcalan için ölüm, zaten bu coğrafyada çok yaygın ve en kolay olan yoldu; zor olan siyasi olarak kalıcı olma gücünü gösterecek bir anlaşmayı sağlayabilmekti, işte kim ne derse desin Öcalan, bunu başardı.
kurtulustayiz@gmail.com
Yorum Yap