- 20.01.2013 00:00
Hrant Dink, Mehmet Ali Birand, Toktamış Ateş, Metin Kaçan, Burhan Doğançay Paris’te öldürülen Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez...
Bu isimler son günlerde yaşamı ve ölümü yeniden düşünmemizi sağladılar.
Doğamız ölümü akla getirmekten hep kaçınıyor.
Çoğu zaman ölümsüz varlıklarmışız gibi, sonsuza kadar yaşayabileceğimizi sanırız.
Oysa yaşam sonlu.
Sınırsız bir evrende ama sınırlı bir varoluşa sahibiz.
Evrenin mucizesi bu küçük gezegende alacağımız nefes sınırlı.
Ve fakat, sınırlı bir yaşama sahip olmanın acısını da ancak ölümü zihnin arkalarına öteleyerek hafifletebiliyoruz.
Zihnin kendi kendine oynadığı bu küçük oyun sayesinde hayata devam etme gücü buluyoruz.
Ama ölümsüzlük arzusunu içimizden söküp atmak da imkânsız.
Bu yüzden sınırsız düşler kuruyoruz.
Sonsuzluğu çağrıştıran fikirlere tutunmaya çalışıyoruz.
Yine de varlığımızın farkındayız.
Hayat serüvenimizin sınırlarını kestirebiliyoruz.
Ama dileğimiz yaşamın doğal seyrinde tamamlanması.
Yaşadığımız ülkede buna bile razıyız.
Ne de olsa her gün onlarca gencin toprağa düştüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Hapislerde ömür tüketenler de cabası...
Hem de olmadık nedenlerle.
En çok da insanları Kürt sorununa kurban veriyoruz.
Eski masallardaki doymak bilmez bir deve kurban edilen yaşamlar gibi.
Gençleri anlamsız bir savaşta öldürtmeye devam ediyoruz.
Hangi gerekçe 40 binden fazla insanı ölmeyi, öldürmeyi, öldürtmeyi haklı çıkarabilir?
20’sinde toprağa düşen binlerce genç asker ve gerilla kimbilir daha kaç bahar yaşayacaktı?
Hepsi katledildi bu vahşi savaşta.
Ölümlerindeki suçu gizlemek için de onları “şehit” ilan edip “kutsal” bir anlam yarattık.
Üstelik geride kalanları da kolayca ölüme gönderebilmek için.
Buna artık bir son vermenin zamanı gelmedi mi?
Her iki tarafın da “kutsal” gerekçeleri tükendi.
Gençleri ne ölüme göndermenin ne öldürmenin hiçbir “kutsal” anlamı kalmadı.
Analar inanmıyor artık bu “kutsal” savaşa.
Kürtler isyan ediyor artık bu Kürt isyanına.
Politikacılar bunu anlamıyor mu?
Son gelişmeler, yöneticilerin de bu gerçeğin farkında olduğunu gösteriyor.
Çünkü daha fazla insanı ölüme gönderemiyorlar.
Bu yüzden barış zamanı.
Bu yüzden hem Türkler hem Kürtler barış sürecinin üzerine titriyor.
Bu sefer İmralı’da başlayan barış sürecini ıskalama lüksümüz yok.
Artık gençlerin toprağa düşmesine, dağda taşta feci şekilde ölmelerine kimsenin gönlü razı gelmez.
Bu ülkede barışa toplumsal destek hiç bu kadar artmamıştı.
Farklı siyasal gruplar savaşın bitirilmesi için hiç bu kadar biraraya gelmemişti.
Siyasal iktidarı hiç bu kadar kararlı görmemiştik.
İmralı hiç bu kadar istekli değildi.
Kürt hareketi hiç bu kadar barış ısrarcısı olmamıştı.
Kandil hiç bu kadar süngüyü düşürmemişti.
Peki, eksik olan sizce ne?
Bence barış için her şey hazır.
Politikacılar kibre, hırsa yenilmez ve savaş kışkırtıcılarının oyununa gelmezse Kürt meselesinde barış, çözümle taçlanacak.
Dağda, kışlada, sokaklarda artık gençler ölmeyecek.
Öfke, nefret elbette hemen son bulmayabilir.
İhtilaflar, ayrılıklar bugünden yarına bitmez. Türkçülük Kürtçülük, kimlik kişilik kavgası sürer gider.
Siyasetçiler istedikleri kadar birbiriyle didişebilir, şu sorun bu sorun diye kıyamet koparıp kafa da ütüleyebilir.
Varsın olsun.
Yeter ki 20’sindeki gençleri artık savaşa kurban etmesinler.
Daha çocuğuna doymamış anaları da ağlatmasınlar.
Bıraksınlar ki gençler hayatı doğal seyrinde tamamlasın.
kurtulustayiz@gmail.com
Yorum Yap