- 2.11.2012 00:00
Aklı bir tarafa bırakıp şiddetli kavgaya tutuştuklarında politikacıları tanımak daha kolaylaşır. Fazlalıklarından kurtularak, en gerçek hâlleriyle görünmeye başlarlar. Maskeler, şirin gözükmeye yarayan ifadeler ve nezaket numaraları kavga sırasında kurtulunması gereken birer ağırlığa dönüşür. Ruhun derinlerinde bekletilen en savaşçı güçler, galip gelmek için yardıma çağrılır.
Böyle durumlarda liderleri tanıyabilmek genellikle zorlaşır. Birden tanınmaz hâle gelirler; kamuoyu onları anlamakta güçlük çekmeye başlar. Toplumun veya seçmenlerin seçtiği yöneticiler için bir süre sonra “Biz eskisini istiyoruz” demesi boşuna değil; bu, destek verdikleri liderin pek de göründüğü gibi çıkmadığına işaret eder ve bir hayal kırıklığını yansıtır. Politikacıların kaderi akıldaki ile gerçeklik arasındaki farka bağlıdır, bu ayırım uçuruma dönüştüğünde politik kariyerleri de zamanla son bulur ve birer siyasi mevtaya dönüşürler.
Tabii böyle bir süreç ancak demokratik bir toplumda işler. Türkiye’yi de bunun dışında tutmuyorum. İleri demokrasiye kavuşamamış olsak da ana hatlarıyla Batı tipi bir demokrasiye sahibiz. Yöneticilerimiz yarım asırdan fazla bir süredir demokrasiyi kesintiye uğratan darbelere rağmen seçimle işbaşına geliyor. Askerî vesayetin etkisi de artık silinmeye başladı. Kuşkusuz son on yıllık AKP iktidarı döneminde demokratikleşme yolunda önemli mesafe kat edildi. İnişli- çıkışlı, demokratik- anti demokratik uygulamalarına, kararsız ve ağırdan alan, bazen de otoriter- baskıcı yöntemlere başvurmasına rağmen, AKP iktidarı fena sınav vermedi.
Ancak hayat devam ediyor ve ülkenin sorunları da bitmiş değil. Siyasal alanda rekabet yeni biçimlere bürünerek devam ediyor, üstelik eskisinden daha şiddetli. Toplumsal alanda kutuplaşma yine her zamankinden daha fazla siyaset üzerinde basınç yapıyor. Bu şartlarda iktidarın da dengeli davranmakta zorlandığı fark ediliyor. Daha doğrusu, bu siyasal iktidarı biraz kendi kişiliğinde somutlaştıran ve “tek adam” olarak öne çıkan Başbakan Erdoğan’ın sorunlar karşısında kontrolünü sağlamakta sıkıntı çektiği görülüyor.
Aslında başbakanlığı boyunca Erdoğan ülkenin çok önemli sorunlarının üstesinden gelme becerisi gösterdi. Ekonomisi sağlam bir Türkiye yarattı, fakat demokrasisi güçlü bir Türkiye oluşturamadı. Başbakan’ın bugünkü asabiyetinin, ölçüsüz tepkilerinin, hatta aklı- mantığı zorlayan çıkışlarının arkasında bence buradan kaynaklı sorunlar bulunuyor. Erdoğan’ı en çok da Kürt sorunu zorluyor. Son açlık grevleriyle ilgili tuhaf çıkışı ise Başbakan’ın politika yapma usulünü çok tartıştıracağa benziyor.
Yazının başında da belirttiğim gibi politikacıların en çıplak olduğu zamanlar, kavganın kızıştığı anlardır. Böyle anlarda aklın yerini öfke, inat, saldırganlık alıyor. Yaz boyunca dinmeyen PKK saldırıları doğrudan AKP’nin siyasi varlığını hedef alıyordu ve iktidarı çok zorladı. Bu kez de kendilerini ölüme yatıran tutukluların eylemleriyle hükümet köşeye sıkıştırılmak isteniyor. Kuşkusuz bunda hükümetin de payı var; demokratik hakların gasp edilmesinin yarattığı tepkiler, eninde sonunda gelip hükümeti vuruyor. Başbakan’ın meselesi bu döngüyle başa çıkamaması. Ama yine de hükümetin çok zayıf bir yerden sıkıştırılması, AKP’nin manevi bir baskı kampanyasıyla karşı karşıya bırakılması, BDP ve genel olarak Kürt hareketinin bedenlerini ölüme yatıran insanlar üzerinden bu kampanyayı körüklemesi siyasi mücadele ahlakına sığmadığı gibi, Başbakan’ı da aynı mücadele zeminine çekiyor; yani Erdoğan da rakiplerine karşı daha acımasız yöntemlere başvuruyor, bunda bir akıl- mantık tutarlılığı da aramıyor, sözünü ve yumruğunu sakınmıyor.
Bu “kuzu kebap” tartışmasında kim bir mantık bulabilir? BDP’lilerin çekilen bir yemek fotoğrafının bugünkü açlık grevleriyle nasıl bağlantısı olabilir? Ama Erdoğan kendisine karşı ciddi bir kampanyaya girişen BDP’lileri karalamak için bunu kullanmaktan çekinmiyor. Yine kendi hükümetinin bakanı Ankara’da cezaevlerinde açlık grevinde olan mahkûm sayısını açıkladığı saatlerde Başbakan Erdoğan, Almanya’da “Tüm dünyaya sesleniyorum, açlık grevi vesaire yok, şov yapıyorlar” diyerek şaşırtıyordu.
Erdoğan’ın bu sözlerinde herhangi bir gerçeklik kaygısı güttüğünü görebiliyor musunuz? Peki, sizce Erdoğan bunun farkında değil mi? Bence söylediği her sözün bilincinde olan bir lider o. Ama tam bir politikacı gibi o da kavgada yumruk sayılmaz deyip toplumsal sorumluluklarından kolayca sıyrılabiliyor. Bunun faturasının hem kendisine hem de Türkiye’ye çok ağır olacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Bu kör bir kavga; Başbakan bu tarzıyla ülkeyi idare edebilir ancak bu ülkenin temel sorunlarını çözemez; hiçbir lider açlık grevlerinin bir kez daha gündeme taşıdığı İmralı, PKK ve Kürt sorunuyla böyle başa çıkamaz. Politikacıların aklın dışına bu kadar düşme lüksü yok, bunun için de Başbakan’ı aklıselime davet etmekte fayda var.
kurtulustayiz@gmail.com
Yorum Yap