- 21.06.2016 00:00
Geç kalmasaydım yazının konusu olarak cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın hakkında epeyce söz edilen –(ve fırsat çıkmışken CHP Genel Başkanı’nı da yola getirmeyi amaçlayan!) son açıklamasını seçmiş olacaktım. Ancak söylediğim gibi -bir seyahat dolayısıyla- geç kaldım ve bu ‘ibretlik’ açıklamayı henüz tazeyken gözden geçiremedim. Olsun dert değil, nasıl olsa benzerleriyle daha çok karşılaşacağız.
‘Tarihimizle yüzleşemeyeceğimiz hiçbir şey yok hamdolsun’
Ancak gecikmeden sözcünün açıklamalarının hemen tamamına ilişkin şu değerlendirmeyi yapabiliriz: Kalın’ın açıklamalarını alt alta dizince sanki Saray’ın sözcüsünü değil de emirini dinliyor intibaına siz de kapılmıyor musunuz? Tamam dünyanın pek çok ülkesinin sarayının da birer sözcüsü var. Ama bizimki meslektaşlarına epeyce fark atıyor. Aklınıza gelebilecek hemen bütün soru-sorunların cevabını alabileceğimiz bir sözcümüz var. Mesela Almanya Federal Meclisi’nden çıkan malum karara ilişkin (bence bir ‘sözcü’nün ağzına hiç mi hiç yakışmayan) şu sözler:
“ (…) Onların kirli tarihlerinin bizim tarihimizi kirletmesine asla izin vermeyiz. Bizim kendi tarihimizle yüzleşemeyeceğimiz hiçbir şey yok hamdolsun”
Tamam ‘hamdolsun’ ama nedir bu şimdi böyle? Saray’ın emiri ve sadrazamı bile konuya ilişkin nispeten daha ‘gerçekçi’ (yani ‘ekonomik çıkarları’ gözetmeye çalışan) sözcükler bularak konuşmaya gayret ederken, sözcünün bu haddinden fazla ‘açık sözlü’ üslubu kullanmasının bir âlemi var mı şimdi? Aslına bakarsanız, Türkiye’de bir‘cumhurbaşkanlığı sözcüsü’ne hiç mi hiç ihtiyaç da yok. Çünkü ülkenin cumhurbaşkanı Allahın her günü (ama her günü!) artık neresi ve hangi konu rast gelirse sürekli konuşmakta ve ülkenin CNN’inden ‘havuzu’na kadar bütün televizyon kanalları bu hitapları canlı olarak yayınlamaktadır. Ve bu durum haliyle, ‘cumhurbaşkanlığı sözcüsü’ gibi bir görevi hepten işlevsiz ve gereksiz kılmaktadır… (Ayrıca şunu da hatırlatalım: Cumhurbaşkanı’nın lafı kendisi kadar uzatanlardan -Davutoğlu misali- hiç mi hiç haz etmediğini de unutmayalım!)
Şimdi de gelelim bugünkü konumuza: Yazının başlığında ‘Sorunlu ve zararlı bir polemik’ olarak özetlediğim konu, yakın zamanda Milli Savunma Bakanı ile Genelkurmay Başkanı arasında ‘şehitler’ meselesi etrafında yaşanan gergin durum ve haliyle bu durumun medya tarafından nasıl ‘görüldüğü’ ile ilgili.
Aferin Orgeneral Hulusi Akar’a
Bu ‘polemik’ ya da gerginliğin medya tarafından nasıl görüldüğünü tek bir gazeteden hareketle özetlemek istiyorum. Cumhuriyet gazetesi, 17 Haziran tarihli sayısında konuya çok ama çok geniş yer ayırmış. Konu birinci sayfadan ‘Komutan da rahatsız’ başlığıyla, haberin devamında ise ‘Akar’dan iftarda ince mesajlar’ başlığıyla devam etmiş.
“Ne yazık!” dedim içimden, ‘yarım’ da olsa muhalif bir gazetenin, Milli Savunma Bakanı ile Genelkurmay Başkanı arasında yaşandığı iddia edilen bir gerginlikten muhalefet üretmeye çalışması anlaşılır gibi değildi doğrusu. Demek Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı’na bir ‘ince mesaj’ hak ettiği cevabı yetiştirmekte gecikmedi! Aferin Org. Akar’a işte böyle yaparlar adamı!
Fikri Işık ve Hulusi Akar arasında bu üstü kapalı ‘polemik’e konu olan açıklamaları biliyorsunuzdur mutlaka, tekrarlamaya gerek yok. Ama biz yine de bu ‘manâsız’ polemiği kısaca özetleyelim:
Milli Savunma Bakanı şöyle demiş: “Şehit veririm endişesiyle operasyon yapılmadığı dönemi de biliyoruz.”
Hemen hatırlatalım: Sanmayın ki Bakan, sayıları yüzlerle ifade edilen‘şehitler’e ilişkin “Ayıptır, yazıktır, bu gencecik çocukları ‘Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır‘ hamasetiyle ölüme göndermeyin”demektedir. Onun derdi 90’lı yıllarda niçin bu kadar çok şehit verilmediğinin hesabını sormak!
Tavırları-tutumları birbirinden milim farklı değil
Cumhuriyet’in haberine göre bu sözlerden ‘rahatsız’ olan Genelkurmay Başkanı bu açıklamaya şu karşılığı veriyor: “TSK dün da bugün de kendisine verilen görevleri, sorumluluklarını, büyük bir dikkatle , büyük bir itina ile yerine getirmektedir, getirmeye devam edecektir.”
Görüyorsunuz; aslında ‘şehit veririm’ endişesini iki taraf da gereksiz bir endişe olarak kabul ettikleri için Genelkurmay Başkanı’nın ve Milli Savunma Bakanı’nın söz konusu ‘endişe’ye ilişkin tavırları-tutumları birbirinden milim farklı değil.
İsterseniz, bu yanlış anlaşılan ‘polemik’in nasıl nihayete erdiğini de Yeni Şafak’tan Hürriyet’e transfer olan Abdülkadir Selvi anlatsın:
“Genelkurmay Başkanı Akar’ın hassasiyeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilgisi sonucunda sorun aşılmış görünüyor.”
İyi bari; böylece Cumhuriyet’in Fikri Işık ile Genelkurmay Başkanı Akar‘polemiğine’ ilişkin olarak sergilediği hassasiyet de yatışmış bulunuyor. Bundan böyle 90’lı yıllarda da bugünkü gibi ‘şehit veririm endişesiyle’ davranılmadığı, şehit vermeden işlerin yoluna girmeyeceği konusunda siyasi iktidar ve TSK’nın (başında kim-kimler olursa olsun-) tam bir dayanışma içinde olduğu (çok şükür) anlaşılmış oluyor. Yani özetle “Ne Mutlu türküm Diyene!”
Ahh bu şehitler meselesi… ‘Medeni dünya’nın epeyce zamandır ağzına almadığı, unutmaya çalıştığı şehitler ve şehitlik meselesi…. Bu konu çok ama çok (Cumhuriyet’in tahmin edemeyeceği ölçüde) önemli bir mesele. En iyisi sözü burada kesip, şu şehit-şehitlik ve de hatta ‘Mehmetçik’meselesine bir başka yazıda devam etmek…
Yorum Yap