- 27.10.2019 00:00
‘Barış Pınarı Harekatı’, Ankara’nın ‘Rojava Kürt devletçiği’ kaygısının bertaraf edilmesine ve ABD’nin denklemden çıkarılmasına vesile olduktan sonra, Suriye’deki bir numaralı oyun kurucu Rusya’nın 2015’ten bu yana uyguladığı büyük stratejiye monte edildi.
22 Ekim’de Rusya’nın Soçi kentinde Vladimir Putin ve Recep Tayyip Erdoğan arasında varılan mutabakatın bir ve iki numaralı maddelerinde tarafların, ‘Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüne bağlılıkları ve bunun yanı sıra Suriye topraklarındaki ayrılıkçı gündemleri boşa çıkarmaktaki kararlılıkları’ vurgulanıyor.
Altını çizmekte fayda var: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve dolayısıyla Türkiye, ‘Suriye topraklarındaki ayrılıkçı gündemin’ tezahürü olan YPG’nin tasfiyesi karşılığında ülkenin toprak bütünlüğüne ve daha önemlisi ‘siyasi birliğine’ bağlılık taahhüdünde bulunmuştur.
Türkiye’nin bu yükümlülüğünün teyidi ve YPG’nin tasfiyesi, Suriye’nin bütünlüğünün yeniden tesisi yönündeki dinamiği Rusya ile birlikte güçlendirecektir.
Rusya’yı en az bunlar kadar memnun ettiğini varsayabileceğimiz önemli gelişme, ABD’nin Suriye’de Rusya karşısında bir denge unsuru olarak mevcudiyetinin son bulmasıdır. Suriye’deki ABD varlığı ‘Fırat’ın doğusu’ adı altında bir jeopolitik gerçeklik yaratarak ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit etmekteydi. Artık ‘Fırat’ın doğusu’ Fırat vadisinin doğu yakasını işaret eden bir coğrafi terimdir.
Şam’daki rejimi devirmek ve yerine fıtratına yakın bulduğu bir siyasal İslamcı iktidarı oturtmak için, öngörüsüz ve fevkalade kötü planlanmış agresif bir politikayı aynı tarzda uygulamaya koyan Türkiye, bu nedenle Suriye’ye müdahale etmesine yol açtığı ‘Rus ayısı’ ile baş başadır artık.
2015’in sonbaharındaki Rus müdahalesi, Ankara’nın cihatçı unsurları destekleyerek sürdürdüğü feci Suriye oyununun bittiğini ilan etmişti. Lakin finalin nasıl olacağını görmek için beklemek gerekecekti.
Bu dört yıl zarfında IŞİD, selefi cihatçı sözde muhalifler, YPG ve ABD tasfiye edildiler.
Bu arada, güncelin baskısı bize geçmişi unutturmamalı: IŞİD’in alan tutması sonucunda Suriye’ye müdahale eden ABD burada müttefik olarak PKK’nın uzantısı YPG’yi buldu ve IŞİD’e karşı YPG’yi kullandı. Amerikalılar, 2016’da 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde YPG’yi IŞİD’e karşı Fırat’ın batısındaki Münbiç’e geçirdiler. Türkiye ‘Kürt koridoru’ açılması ihtimalini ortadan kaldırmak için ‘Fırat Kalkanı Operasyonu’nda IŞİD’e karşı ‘göğüs göğüse’ savaşmak zorunda bırakıldı.
Diğer taraftan Suriye’nin batısında, Halep’ten en güneydeki Dera’ya kadar selefi cihatçılarla birlikte ‘ılımlı muhalif’ diye tabir edilen güçler de Rusya destekli Suriye Arap Ordusu ve müttefikleri tarafından parça parça tasfiye edilip sonunda İdlib’e sıkıştırıldılar.
Özetle, ABD’nin donatıp koruduğu YPG, IŞİD’i yendi; Rusya destekli Suriye Arap Ordusu cihatçıları İdlib’e sürdü; Türkiye ‘Barış Pınarı Harekatı’ vasıtasıyla YPG’nin tasfiyesini mümkün kıldı ve ABD Fırat vadisinin güneydoğu ucuna çekildi, başka bir ifadeyle kendisini saha dışına çıkardı.
Diğer taraftan Türkiye ve Rusya arasındaki 22 Ekim tarihli Soçi Mutabakatı Suriye’nin Kürt sorununu Rusya’ya havale etmektedir.
Aynı mutabakat, Türkiye ve Suriye’nin 1998’de imzaladıkları Adana Anlaşması’nın iki ülke arasında varılacak bir barışın güncel koşullardaki zeminini oluşturacağını ve Rusya’nın da bu amaçla ‘kolaylaştırıcılık’ rolünü üstleneceğini ilan ediyor.
Bütün bunların anlamı şu: Suriye’de ‘Pax Russica’, Türkçesiyle ‘Rusya barışı’ adım adım inşa ediliyor.
‘Rusya barışı’ndan kasıt, kurulmak istenen bir istikrar ortamının hakemliğini ve koruyuculuğunu Rusya’nın üstlenmesidir.
Bu ‘Rusya barışı’nın çatısı altına giren Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin muhafazasını teyit ettiğine göre, günü geldiğinde Suriye’den çekileceğini de zımnen taahhüt etmiştir.
22 Ekim tarihli Soçi Mutabakatı’nın birinci maddesinde Rusya’nın da Türkiye’nin ulusal güvenliğinin korunmasına olan bağlılığının altı çiziliyor.
Bu mutabakatla Rusya, Türkiye’nin algıladığı YPG-PKK tehdidinin ve Suriyeli sığınmacılar sorununun Barış Pınarı Harekatı’nın ‘haklılık gerekçesi’ni oluşturduğunu kabul ediyor.
YPG-PKK tehdidi ötelense bile İdlib’e yönelik bir Suriye Arap Ordusu taarruzu mukadder görünüyor ve bunun sonucunda Türkiye’nin sığınmacı sorununun büyümesi kaçınılmaz. Dolayısıyla, Tel Abyad ve Resulayn arasında Türkiye’nin kontrolüne bırakılan 3600 kilometrekarelik alan gerçekten de sığınmacıların geçici iskanında kullanılabilir.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve müttefikleri olan cihatçı unsurlardan müteşekkil ‘Suriye Milli Ordusu’nun Afrin, ‘Fırat Kalkanı’ ve ‘Barış Pınarı Harekatı’ bölgelerinden çekilmeleri çok uzun bir süre alabilir. İdlib’deki gözlem istasyonlarının akıbetinin ne olacağı ise şimdilik meçhuldür.
Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü tanısa da, sonunda iki ülke arasındaki meselenin Şam’ın tazminat taleplerine maruz kalınmadan çözülmesi için esas parametreyi ‘toprak karşılığında barış’ oluşturabilir. Velhasıl Türkiye Suriye’den, Şam’ın onayladığı kalıcı bir barış ve güvenlik ortamı oluşmadan çekilmeyebilir.
Türkiye’nin Suriye sorununun çözümü için çatı işlevini ‘Cenevre Süreci’nden önce ‘Pax Russica’ görecek.
Yorum Yap