- 31.08.2011 00:00
Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, bakanlar, kuvvet komutanları Ankara'da Kocatepe Camii'nde aynı safta bir bayram namazı kılsalar. Ne olur? Söyleyeyim; Türkiye'de çifte bayram olur. Hani ordu-millet kaynaşması deniyor ya, hem de ne kaynaşma olur. Laiklik falan da elden gitmez, zedelenmez.
Yakın zamana kadar generaller şehit cenazelerinde camiye kadar gelir, namaza durmazlardı. Sonra, ismini yazmayayım, bir orgeneral geldi ve ön safta namaza katıldı. Bir iki derken, bugün bütün şehit cenazelerinde komutanlar namaz kılıyor. Ve takdir görüyorlar.
Neden namaza mesafeli duruldu? Silahlı kuvvetlere "laik rejimi" koruma kollama vazifesi verilince, iş çığırından çıktı. Belli odaklar, bilhassa da bildik bir medya, mahalle baskısını da aşan bir presleme mekanizması kurdu. Subaylar, generaller tarassut altına alındı. Binlerce askerî personelin oturduğu lojmanlara cami yapılamaz hale gelindi. Malum bir de 28 Şubat'ın fişlemeleri yaşandı. Namaz kılanlar, eşi başörtülü olanlar potansiyel suçlu muamelesi gördü. Başörtülü şehit yakınları bile orduevlerine sokulmadı. Cephelerde muteber olanlara, cephe dışında rencide edici muameleler yapıldı.
Namaz, başörtüsü sembolik değer taşıyor. Asıl yara, milletin değerleri ile generaller arasındaki kopukluğun açtığı yaraydı. Bunun üzerine bir de askerî vesayetin getirdiği acımasız uygulamalar, yönetim zaafları, darbeler, darbe teşebbüsleri, cuntacılıklar eklendi. Daha fazla uzatmaya gerek yok, son emekli Genelkurmay Başkanı Koşaner'in, "özeleştiri" diye sıraladığı "kepazelik"leri hatırlayınız yeter...
Netice olarak şimdi bizzat kendi komutanları tarafından, kurum olarak çok yıpratılmış bir silahlı kuvvetlerimiz var. Fakat bu ordu, bizim ordumuz. Bu yıpranmayı seyredemeyiz ve kabullenemeyiz. Silahlı kuvvetlerimiz üzerinden "cuntacılık" lekesini silmeliyiz. Bünyeyi kurt gibi kemiren darbecilik heveslerini bitirmeliyiz... En kısa zamanda bir çözüm bulmak, milletin değerleriyle sarmaş dolaş olmuş, aynı hedeflere kilitlenmiş, demokratikleşmeye de omuz veren bir Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sahip olmalıyız.
Bu yolda sembolik gelişmeler var. Son birkaç haftada atılan adımları hatırlatayım: Son Yüksek Askerî Şûra'da, Başbakan toplantı masasında tek başına oturdu. Son Milli Güvenlik Kurulu'nda sanki tarafmışlar gibi Cumhurbaşkanı'nın sağında sivillerin, solunda askerlerin ayrı ayrı oturma düzeni son buldu. 27 Nisan muhtırasının bildirisi, Genelkurmay internet sitesinden kaldırıldı. Ve dün 30 Ağustos Zaferi'nin kutlamalarında tebrikleri, Genelkurmay Başkanı değil, Başkomutan sıfatıyla Cumhurbaşkanı kabul etti.
Dediğim gibi bunlar güzel ama sembolik adımlar. Asıl yapılması gereken ise zihniyet değişimi ve işin özüyle ilgili atılacak adımlar.
Bunun için öncelikle, TSK yeni komuta kademesi, demokrasiye olan bağlılığını ve seçilmiş hükümetin emrinde olduğu hakikatini, yüksek sesle beyan etmelidir. TSK'da, bundan böyle darbe teşebbüslerine asla göz yumulmayacağı, bu zihniyet sahiplerinin asla himaye görmeyecekleri kesin bir dille söylenmelidir. Türkiye'nin demokratikleşmesini hızlandırma adına, İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin kaldırılması ve TSK'nın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması gerektiği, bizzat Genelkurmay Başkanlığı'nca açıklanmalıdır. Keza "subayların, sivillerden üstün olduğunu, Türkiye'yi seçilmiş hükümetlerin değil, asıl generallerin yönetmesi gerektiğini" daha lise sıralarından aşılayan askerî müfredat sistemi kaldırılmalı, demokrasiyi, evrensel standartları ve evrensel insani değerleri esas alan eğitim anlayışına geçilmelidir.
Biz de medya olarak, siviller olarak askerin yeniden itibar ve güven kazanmasına destek olmalıyız.
Yorum Yap