- 2.02.2016 00:00
Demokrasinin gelişme tarihine bakıldığında, büyük çatışmalar, savaşlar, ayaklanmalar sonucunda uzlaşmalarla toplumsal sözleşmeler yapılmış.
Hamaset söylevlerinden çıkıp, devletin, demokrasinin kurumsal ve siyasetin yeniden yapılanmasına için adalet, hukuk ve Meclis iradesini öne alan çalışmaya geçilmeli ve hız verilmeli. OHAL'in, başka anlamlara, anlamalara yol açan "hal" olacak biçimde kullanılmamasına özen gösterilmeli. Öte yandan devletin reorganizasyonu/reformlar ne iktidar ne muhalefet, ne de toplum, iktidarın -AKP'nin- Erdoğan'ın- sorunu olarak görülmemeli, ki; süreç demokratik temelde, toplumsal mutabakatla çözüm yolunda ilerleyebilsin.
Korku tünelinden çıkıp, gerçeğe çıplak haliyle bakarak bir daha darbe yapmayı kimsenin aklına getiremeyeceği değişim ve yeniden yapılanma adımı atılmalı.
Demokrasi konusunda, iktidar ve muhalefetin, ortak noktaları ve farklı düşüncelerini kamuoyuna sunmaları ve demokratik tartışma ortamının yaratılmasına acil ihtiyaç var.
Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK) hangi alanlarda kullanılıp, hangi alanlarda kullanılmayacağı önem taşıyor. Meclisin etkin ve güçlü biçimde süreçte rol oynaması gerekiyor.
Darbe girişimine karşı, toplumsal tepki ve sokağı “devrim” olarak tanımlayanlara hatırlatayım: Bütün devrimlerde, belirleyici irade/özne, toplum mühendisliği yapan bir avuç seçkin güç sahibi olmuştur. Zamanımızda değişim ve yenilenme, devrimle değil, katılımcı demokrasi yoluyla yapıldığında çoğulcu ve yurttaşların rızasına dayanarak gerçekleşebilir.
15 Temmuz milat ve geçmişle yüzleşme
Popülizmin her türü ; “millet şöyle istiyor, böyle istiyor…” gibi duyulmak istenen sesleri abartarak büyütmek, duyulmak istenmeyen sesleri yok saymak tehlikelidir. Siyasiler, politika üretemediklerinde, politikalarını topluma kabul ettiremediklerinde popülizme başvurarak, seçmenlerini bloke edecek algı yaratıyorlar. Yarattıkları algı üstünden millet/toplum böyle istiyor diyorlar. Bu zihniyet, siyaseti değersizleştiriyor. Adalet, erdem, hukuk gibi değerlerin yerini popülizm alıyor. “Millet idam cezasını istiyor” söylemi, linç kültürü güçlü olan toplumun öfke duygusu üstünden popülizm yapmak siyaset yapmak falan değil, taraftardan öfke dolu alkış almaktır.
Cumhurbaşkanı 15 Temmuz milat dedi. Geçmişle yüzleşilmeden, yeni bir dönem başlatmak mümkün olmaz. Kurumlar KHK ile üç saniye içinde değiştirilebilir: Ancak, politik, sosyal, sınıfsal, inanç, gelenek, görenek, değer ve ahlak zihniyeti bir çırpıda değişmiyor. Zamanın önemine binaen, frene basılabilir, göze batan kabalıklara özen gösterilebilir… Mesela 6 milyon oy alan HDP’yi yok saymaya devam edilirse, Kürtler ve AKP iktidarına karşı aşırı güvensiz radikal, laik ve Kemalistlerin güvensizliğinin değirmenine su taşınmaya devam edilir.
Sokak ve darbe girişimine karşı ortada duranlar
Sert kutuplaşmanın 16 Temmuz sabahı sabun köpüğü gibi uçup gittiğini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Darbe girişimine karşı ortada duran, ideolojik, sosyal kesimlerin olduğu ve olacağı biliniyor(du). Sosyalist! solda yer alan küçük, küçük gruplar, “egemenler arası iktidar savaşı” veya “devrimci durum için olanak” biçiminde yaklaşımlar olduğu gibi, radikal laik ve Kemalistler, Ergenekon ve Balyoz… davalarının muhatabı askerlere gözlerini çevirip ortada durdular.
Darbeye karşı sokağa çıkanlar, direnenler herkesin takkesini önüne koyup düşünmelerini sağladı.
İdeolojik saiklerle öven ve yeren bütün sokak analizleri yanıltıcıdır. İnsanlar sokağa çıktığında kitle kültürü her şeye egemen oluyor. Dikkat edildiyse, bir kişi bir slogan attığında birileri çılgınca katılıyor, birileri kısık sesle, birileri sessizce bayrak sallıyor.
Sokakta bireylerin iradesinin her türlü yönlendirmeye ve çatışmaya açık olduğuna dair Türkiye ve dünya tarihinde yaşanmış sayısız örnekler var.
15 Temmuz öncesindeki kutuplaşma, “Salı Atışmaları”ndaki hakaret vs. rağmen, iktidarı muhalefeti ve Cumhurbaşkanıyla ortak aklın egemen olduğu bir tutum alarak, sokağı da bu ortak aklın çizgisinde tuttular, provakatif girişimlere aralık bırakmadılar.
Darbe girişimine karşı ortada duran, aşırı şüphe içinde olanların kanaatlerinin zayıfladığını düşünüyorum. Ön yargıların kalktığı, İslamcı rejim tehlikesinin geçtiği kuşkusu ve korkusunun yok olduğu söylenemez. Bu tehlike! ve korkuyu diri tutan politik İslamcı söylemler, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, AKP’nin önde gelenlerden bazılarının dini referans veren açıklamaları, şüphe, kuşkuyu diri tutuyor.Yurttaşlık hukuku yerine, din referanslı açıklamaların yapılması;Diyanet İşleri Başkanının Darbecilerin cenazesini kaldırmayacaklarını açıklamaları, İstanbul’da “Hainler mezarlığı,” –Kadir Topbaş sonra vaz geçti- bunlar önü arkası düşünülmeyen aşırı duygu yüklü davranışlar.
Cumhurbaşkanının sık sık “ben Müslümanım” vurgusu, yurttaşlık hukuku yerine din kardeşliği hukukunu öne alan açıklamalar yapması, inanmayanlar, başka din ve mezhepten olanlar, aşırı laik ve Kemalistlerin, laik Cumhuriyet rejimi tehlikede korkusunu diri tutuyor. Ve darbe girişimini Erdoğan gücünü kalıcı hale getirmek için organize etti ye varan fanteziler karşılık bulabiliyor.
Hadi canım bunlar da kim? Cürümleri ne ki, kaç kişiler, eski Türkiye’nin çürümüşleri? Vs., vs. gibi ya da “millet iradesi ortada” diye yazıp çizenler, içinden böyle geçiren zihniyetle yenilenme gerçekleştirmek zor olur, devletin demokratik yapılanması bu zihniyetle gerçekleşemez, bu zihniyet devleti ele geçirme zihniyetidir. İyi ki bu sesler her geçen gün daha kısık çıkıyor.
Helalleşme ve yanlış yaptık diyebilmenin hafifliği…
Uzlaşma, saygılı siyaset görüntüsüyle birlikte, “helalleşme”, “yanlış yaptık” sözleri siyasette normalleşme ve demokratik mekanizmaların işletilmesi için ciddi bir adım.
Korku karşısında, yan yana durulmadığının ortaya konması lazım. Bunun için iktidar ve muhalefet partilerinin “ilkeli uzlaşma ve mutabakat” temelinden hareket etmeleri gerekiyor. Farklılıklarıyla bir arada olma, eleştiri ve özeleştiriyi mutabakat ve uzlaşmanın olmazsa olmaz yöntemi, demokrasinin gereği olarak kabulden hareket etmek gerekiyor. 15 gündür bunun olumlu örnekleri görülüyor. Yol kazaları olabilir mi? Evet olabilir, olacaktır da.
Kraldan çok kralcılar, her tarafta, her yerde dün sesi sedası çıkmayanlar bugün avazı çıktığı kadar bağırıyorsa, bunlara dikkat edilmeli.
Örneğin devletin yeniden yapılanması gibi bütün toplumu ilgilendiren yapısal kararları alırken TBMM’nin iradesi belirleyici olmalı. OHAL koşulları var diyerek TSK’nın yapısal değişimini Kanun Hükmünde Kararname ile yapmak yanlış, bu “devrim yaptık” zihniyetiyle hareket etmek olur ki, 27 Mayıs’ta yapıldığı gibi “ halk için en iyi olanı biz düşünüyoruz” mantığının aynısıdır.
Yeni durum ne kadar yeni ve yenilenmeye açık olacak?
Yeni sayfa açmak için yeni zihniyetle, yeni kavramlarla düşünmek ve hareket etmek gerekiyor.
Yeni bir sayfa açmak için, eleştiriye karşı zihniyet değişimiyle başlanılmalı. Demokrasinin işleyebilmesi için eleştiri özgürlüğü olmazsa olmazların başında gelir. Eleştiriye tahammül diye bir laf söylenir. Tahammül, tahammülsüzlüğü de eşit olarak içinde barındırır, güçler dengesine göre tutum almak anlamına gelir. Eleştiriye ifade özgürlüğü bağlamında bakıldığında, çoğulculuğu güçlendiren, özgür düşüncenin alanını ve demokratik ortamı genişletir, en temel sorunların çözümünde“kırmızı çizgiler” in yerini gri alanlar alır, “iç düşman” diye bir kavram da devletin ve siyasetin lügatinden çıkmış olur.
Devletin yeniden yapılanması, aynı zamanda siyasal zihniyet dönüşümüyle birlikte, birbirini geliştiren öz’de yol almalı ki, Türkiye’nin “yumuşak karnı” olan sorunları toplumsal mutabakatla çözebilelim.
Dile getirildiği gibi: 1921 Anayasasındaki “yurttaşlık” tanımı referansıyla başlamak bile toplumsal uzlaşıya dayanan yeniden yapılanma için kapsayıcı bir adım alacaktır.
Günün “karı-zararı” düşünülerek, büyük adımlar atılamaz, büyük dönüşümler yapılamaz.
Yorum Yap