- 27.07.2014 00:00
Erdoğan, “üçüncü adam” olma hayali görüyor. Bu hayalin peşinde koşuyor. Menderes ve Özal’ın yapamadığını yapabileceğini; çünkü devlete hâkim olduğunu; herkese her istediğini yaptırabileceği paranoyası içinde bulunuyor. İdeolojik güdüleri, aklının önüne geçiyor, kendini tutamıyor; zihnindeki insan ve toplum modelini her vesileyle bağıra çağıra dikte ediyor. En son evlenme yaşını emretti. Kendisini hala soğuk savaş dönemi, Milli Görüş Hareketi (dava)sının bu zamanlardaki lideri, ilahı gibi görüyor. Kendini kaptırdığı İslam dünyası liderliği -“halifelik”- halini alkışlayanların dışında kimseyi takmıyor…
İçi boş “Yeni Türkiye” nakaratı, otoriterliğin onaylanmasına, otoriter rejim kurulmasına dönüştü.
AKP, değişimci, reformcu parti mi? Geriye dönüp bakıldığında, Derviş reformları, AB ilerleme programını yerine getirdiği zamanlar (2003-2007) reformcu uygulamalar yapıldı. Bu uygulamalar, politik dile, siyaset yapma tarzına, toplumun bütün kesimlerle ilişkilerine yansıdı. Bu dönemdeki uygulamaların reformcu zihniyet olmadığı 2011’den sonra ortaya çıktı. Türkiye’nin içinden geçtiği devletin yeniden yapılanma süreciyle üst üste düştüğü, AKP’nin otoriter-muhafazakâr, siyasal İslamcı ideoloji partisi olamaya yöneldiği, Gezi eylemleri ve sonrasında ortaya çıktı.
En önemlisi: soğuk savaş sonrası Türkiye'nin değişim ve yeniden yapılanması devletin bekası için kaçınılmaz hale geldi. Devlet içindeki değişim ve yenilenme eğilimi ile, soğuk savaşçı, askeri, bürokratik vesayetçiler arasındaki farklı görüşler, gerilim ve çatışma noktasına geldi.
'90'larda başlayan Özal'ın liberalleşme politikaları kürsel kapitalizmin parçası olma ve liberal demokrasi ve özgürlüklerin gereği olarak; Kürt kimliğini tanıma ve Kürt sorunun barışçı çözüm girişimleri, din ve inanç özgürlüğü, 141-142 ve 163 maddelerin kaldırılması, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün alanını genişletilmesi... bu değişim girişimleri devletin askeri, bürokratik, sivil güçleri (vesayet) tarafından, "devletin varlığı ve bütünlüğüne karşı tehlike" olarak görüldü. Bu süreci durdurmak için; asker, sivil, siyasetçi, aydın, Kürt özgürlük hareketinden onlarca insan katledildi.
2000’lere gelindiğinde, devlet içindeki bu tartışma devletçi-cumhuriyetçi-laik kesimin Cumhuriyet Mitingleri ve “militer sivil örgütlenmelerle , anti İslamcı, anti AKP olarak kitle hareketine dönüştü. Siyasal İslamcılar, mütedeyyinlerle, cumhuriyetçi laiklerin birarada yaşamasını imkânsızlaştıracak bloklaşmaya doğru gidiliyordu. Öte yandan Kürt özgürlük mücadelesine devlet içinde iki yaklaşım: İmha, savaşa devam ve silahların susması, Kürt kimliğinin tanınması ve PKK ile barış süreci müzakerelerinin yapılması ayrışmayı hızlandırdı.
Ordu bu süreci darbe yaparak durdurmayı planlarken, devletin değişimden yana olanları, devlet içinde çatışmayla sonuçlanacak kutuplaşmaya gitmeden değişimi gerçekleştirmeyi, AB süreci ve demokratikleşmeden yana toplumsal destekle ve kontrollü biçimde sonuçlandırmak istedi. AKP imdada yetişti. Toplumsal desteğe sahip, eski rejim ve eski devletle kavgalı, Cumhuriyet tarihi boyunca mağdur olmuş Müslümanların taleplerini yerine getirmek, devletle olan kavgaya son verilmesini sağlanması, AKP iktidarı yoluyla mümkün göründü.
"Eski" ile kavgada belirli bir aşamaya geldikten sonra, devlet içinde Ergenekon, Balyoz davaları üstünden devam eden kavgada uzlaşma sağlandı, vesayetin yeni biçimini, soğuk savaşçı-ulusalcılar kabul etmiş! Oldular.
Değişim sürecinde devletin rolünü anlatırken, toplum demokrasi, özgürlük, değişim talebini yok saymıyorum. Bu konu ayrıca ele alınmalı. Bu dönemde, Kürt özgürlük mücadelesi, başörtüsü simgesinde mütedeyyinlerin kamusal alanda kılık kıyafetleriyle yer alma talebi, kadın hareketi ve vicdani ret, cinsel tercihin bireysel özgürlük mücadelesi… ve tabi ki sol ‘un, meslek örgütleri ve sendikaların rolü ve demokrasi, özgürlük ve değişim karşında aldıkları tutumları. .
Devlet kontrolünde yeni Türkiye ve değişim!
Devlet içindeki bu ayrışma sürecinde AKP, değişimden yana olan devlet aktörleriyle birlikte oldu. AKP’yi reformcu, Erdoğan’ı demokrat olarak aksettiren algı, devlet içindeki çelişki, değişim ve statüko kavgasında kontrollü değişimden yana olanların yanında durmasıdır.
AKP ve Erdoğan’ın reformculuğu ve siyasi iradesi “devletin yeni kırmızı çizgileri”, 2010 da yenilenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde yazılanlar kadardır
.
Türkiye’nin toplumsal ilişkileri, toplumsal zihniyeti, özgürleşme fikri; hak temelli, bireysel, grupsal ve inançsal olarak evrensel değerler olarak talep ediliyor. Özgürlük fikri ve talebi: Özgürleşmeyi, her düzeyde, her yerde katılımcılık, özel hayata müdahale edilmemesi, yaşam tarzlarına müdahaleye karşı çıkmak, doğaya müdahaleyi insan hayatına müdahale olarak algılayan, birey –özne, yeni bir kuşak ortaya çıktı.
Bu kuşağın değişim talebiyle, devletin ve AKP’nin değişim talebi çelişiyor ve tehlikeli görülüyor. Gezi Parkı eylemlerine karşı ve her öğrenci-gençlik eylemlerinin sert, ölümle sonuçlanan bastırılma nedeni; “yeni devletin”, özgürlük taleplerinin, bugünkü noktadan daha ileriye gitmesini engellemektir.
2014 yılında, toplumsal muhalefet ve protesto eylemlerine 16 buçuk milyon insan katılmış. Bizim tanıdığımız devlet, toplumsal hareketlerin büyümesine tahammül edemez. Bu hareketlerin içine girer, bu hareketleri marjinalize ve terörize ederek itibarsızlaştırır.
“Yeni Türkiye” demek: Soğuk savaşçı devlet zihniyetini ve kurumsal yapılarını ve darbeci, klasik vesayetçi aktörleri pasifize etmek ve/ya uzlaşmak, direnenleri etkisizleştirmek; böylece “eski-yeni” kavgasını buraya sıkıştırıp, İslamcı demokratik değişim talebini etkisizleştirmek. Bu proje başarılı olmuştur. İslamcıların demokratik değişim talebi, otoriter rejim talebine dönüştürülmüştür. Barış süreci şantaja dönüştürülerek de Kürtler pasifize edilmeye, otoriter rejimi kabule zorlanmaktadır.
Bu zamanlarda Terakki ve İttihat
Meşrutiyetten bu yana, terakki (ilerleme) ittihat ( bileşme-birlik) hep böyle olamadı mı? Kısaca göz atalım: 2014 Türkiye’sinde tarihsel koşullar farklı: Devlet (devlet aklı- modernleşmeci yeni zihniyet) inkâr, imha, asimilasyon, tehcirden vaz geçti; Ya/da küreselleşme, demokrasinin evrensel değerleri ve verilen mücadeleler, devleti, devlet aklını "kabul"e zorladı.
Devlet içindeki çatışma- ayrışma, Silivri’nin boşaltılmasıyla mutabakatla sonuçlandı.
Kürt meselesi, devlet İslamcılığı ve yaşam tarzı artık tehlike olarak görülmüyor, ama yeni devletle demokrasi ve özgürlükler konusunda kan uyuşmazlığı olan Gülen cemaati, İslam -devlet İslami dışı- ilan edilerek, imha edilmeye çalışılıyor.
Bana göre, hala aslolan, asıl ideolojik ve siyasi irade DEVLET tir. AKP, bu devletin kullandığı en makul, en elverişli "araç"tır. Devlet, AKP'nin yolsuzluklarını şantaj olarak kullandı, ( MİT'in yolsuzluk raporu ortaya çıkan gösterge) devlet de kendi içindeki kavga ve ayrışma da, Ergenekon, Balyoz davalarıyla soğuk savaşçı ulusalcılara ders verdi. “Burunlarını sürttük, yeter” noktasında, Yalçın Akdoğan’ın ağzından çıkan “kumpas kurdular” cümlesiyle, soğuk savaşçı, ulusalcı vesayetçilerin “yeni devlete biat etmesi!” sağlandı.
Devlet içinde “bağırsakları boşaltma” kavgasında suçlu iç düşman ve işbirlikçi olarak Gülen Hareketi ilan edildi. Böylece Silivri den çıkanların kapı önünde AKP’den rövanş alma, intikam yemini boşluğa düşmüş oldu. Devlet tereyağından kıl çeker gibi, “devlete zeval” gelmeyecek biçimde duruma hâkim oldu.
AKP’mi devlet oldu, yoksa devlet AKP’yi yumuşak yumuşak kuşatarak, en zayıf yanı olan yolsuzlukların bir kısmının ortaya çıkmasını sağlayarak köşeye sıkıştırıp, devletten sızan bilgileri Gülen Hareketinin üstüne yükleyerek, (belki de Gülenci devlet ajanları!) yeni devlet siyasi ve psikolojik ortama hâkim oldu.
Erdoğan’ın bireysel hırsını, mutlak iktidara tırmanma arzusunu körükleyecek, siyasetin kutuplaşması ve kontrollü gerilimle, toplumsal tepki hareketlerinin gazını alacak eylemliliklerin önü açıldı. Gezi eylemi bu oyunu bozdu. Devlet paniğe kapıldı ve AKP’ye ve Erdoğan’a “darbe geliyor” virüsünü bulaştırdı. Darbenin baş aktörü, senaristi ”Paralel Devlet “ve Gülen hareketi olarak gösterildi. Böylece, devlet içinde, “yeni devlete” biat etmeyenler “ paralelci” olarak tasfiye ve pasifize edildi. Devletin kontrol edemediğini düşündüğü ve ileride siyasal güç olarak ortaya çıkabilecek Gülen Hareketini itibarsızlaştırma ihalesi Erdoğan’a verildi. Aynı zamanda bütün İslami cemaatlere korku salınmış olundu.
22 Temmuz polis operasyonu, “Ergenekon, Balyoz” davası sanıklarıyla, “yeni devlet ve yeni Türkiye'yi” kaynaştırdı! Devam eden, Balyoz, Ergenekon... davalarını seyri ve darbe girişimlerinin aklanmasına dönüştüreceği ilan edildi. İlker Başbuğ Star gazetesi söyleşide “Paralel devlet” davasını " Milli Ordu" davasın, Çetin Doğan ve diğer darbe sanıkları bu davaya müdahil olarak katılıp "İhanet davasına" dönüştüreceklerini ilan ettiler.
Öyle anlaşılıyor ki, “paralel devlet davasında” sürecin bir aşamasına gelindiğinde, bu davaları AKP'nin ihaneti davasına dönüştürmek istenecek, AKP'liler ayaklarına kurşun sıktıkları anlayacaklar, ama iş işten geçmiş olacak.
Bütün bunlar olur mu? Bu devleti (genel olarak devleti) biraz tanıyanlar bunların kehanet olmayacağını bilir. Devletler, siyasi iktidarların değiştiği gibi değişmezler. Siyasi, iktidarlar istiyor diye devlet de paşa paşa değişmez. 12 Eylül anayasasını, kurumlarını herkes değiştirmek istiyor, herkes karşı, 12 Eylül yargılanıyor, ama hala anayasa değişmiş değil.
Hesaplar tutar mı?
Bu devletin zihni ve kurumsal yapısı, imparatorluk zihniyeti; zamanın koşullarına göre kendini yenilemek için, bağırsaklarını boşaltıp, "vesayetçiliği" yenileyerek yoluna devam ediyor. Demirel’in tanımıyla, “rutinden çıkıldığında” tekrar rutine dönülüyor.
“Hâkim devlet” dün ne idi ise bugünde, zamanın koşullarına göre “vesayetçiliğin” yeni araçları yol ve yöntemleriyle“hâkimiyetini” tesis etmeye çalışıyor.
Hatırlayalım: Bu devlet, resmi komünist partisi kurduran, resmi muhalefet partisi kuran...çok partili siteme geçen, "toplumun örgütlenme”sinde ; Halkevleri, Türkocağı, Köyenstitüleri kuran (korparatist örütler); sendikaların, meslek odalarının kurulmasını anayasal zorunluluk haline getiren (çok partili zamanda devletin organları) ; ideoleojik olarak ortanın solunu kabul eden, siyasal İslam’ı, Diyanet ve imam hatipler yoluyla devlet denetimine alan; İslam enstitüleriyle, devletin kontrolünde fıkıh (İslam ideolojisi) üreten, Alevi açılımıyla, Alevilerin inanç ve ibadet özgürlüne ayar vermek isteyen, Kürt realitesi tanıyan, darbe yapan ve darbecileri yargılayan da, bu devlettir.
Başlıktaki soru: “ Yeni Türkiye nerede başlıyor, eski Türkiye nerede bitiyor.”
"Yeni Türkiye, yeni devlet “adı altında, devlet kontrollü, AKP’nin yakaladığı toplumsal destek yoluyla otoriter rejim inşa etmeyi amaçlıyor. Bugünkü ustabaşı şimdilik Erdoğan; yarın ne olur, kim olur hiç belli olmaz.
İnşaa bittiğinde AKP' ile de işi bitecek; Güçlü iktidara yaptırılanlar, daha zayıf, hırslı modern- muhafazakâr veya ulusalcı bir iktidarla, otoriter rejimin kalıcı olarak kurulmasına yönelinmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. "Yeni eski Türkiye" kavramının pratik uygulaması, devletin sürekliliğin sağlayacak ne ise, gerekli onlar kadarı yapılıyor.
"Muhafazakâr yeni bir Kemalizm" in muasır medeniyet seviyesine doğru ilerleyiş hedefini: Her şey devletin planladığı gibi giderse, mesela 2023’de cumhuriyetin 100. yılında "idrak" edebiliriz!
Bütün bu hesapları, Selahattin Demirtaş ‘ın “radikal demokrasi “ve “yeni bir yaşam” politikalarını içeren yeni siyaset anlayışı, değişim ve özgürlük talebi bozmaya aday.
Cumhurbaşkanı adayı olması siyasi olarak AKP’ye karşı seçenek, değişim ve demokratikleşmeyi, gelinen bu noktadan ileriye taşımaya aday yeni bir siyaset umudunu ortaya çıkartmıştır. Alacağı oy önemlidir. Desteklenmelidir.
Yorum Yap