- 15.08.2013 00:00
Türkiye’de “Sivil Toplum Kuruluşu” (STK) kavramının hayatımıza girişi, 1996 yılında BM’nin “İnsan Yerleşimleri Programı” (HABİTAT) Zirvesi’ni İstanbul’da düzenleme kararından sonra oldu.
Türkiye’de mesleki ve birçok toplum kuruluşlarına üye olan kişiler biraraya gelerek ve kendi imkânları ile “Ev Sahibi Komite” oluşturdular. Bu vesileyle kendi aralarındaki ilişkiler ve uluslararası ilişkiler gündeme gelmiş oldu.
BM Zirvesi öncesinde “Ev Sahibi Komite”, uluslararası standartlara göre ilişki kurmak için İngilizcesi “Non Govermental Organizations” (NGO) olan kavrama uygun düşen bir kavram aradı.
“Devlet dışı kuruluşlar”, “hükümet dışı kuruluşlar” gibi kavramları kullananlar oldu. Bu tarihlerde birtakım çeviri yayınlarda sık sık kullanılan ‘sivil toplum’ kavramının yanına ‘kuruluşu’eklendi ve böylece, NGO kavramının karşılığı “Sivil Toplum Kuruluşları” (STK) bulunmuş oldu.
Bu tarihten sonra, neredeyse bütün dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek kuruluşları, sosyal, kültür grupları, dinî cemaatler... kendilerini STK olarak tanımlamaya başladılar.
Geçtiğimiz hafta, Fethullah Gülen ve Cemaat, (Hizmet Hareketi) AKP iktidarı ilişkisi tartışmasıyla “STK’lar nedir ne değildir” tartışması gündeme geldi.
Ali Bulaç şöyle bir tanım yaptı: “Cemaatler dini referansla tarihsel örgütlenme modellerine göre modern ve postmodern kentte var olmaya çalışırlarken, şekil şartları açısından STK’larla benzerlik gösterirler.” “...sivil toplum tanımına girebilmesinin üç şekil şartı var: Hükümet-dışı, gönüllü ve özerk olması.” Batı dünyasında da STK’lar böyle tanımlanıyor.
Türkiye’deki STK’ların soy kütüğüne bakıldığında, “devletin, iktidarın, siyasi partilerin” parçası örgütsel kurumlar görülüyor.
BİRİNCİ CUMHURİYET’İN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Tek parti dönemi kurulan örgüt modeli, Mussolini İtalyası, Nazi Almanyası, Stalin Sovyetleri, “organik kitle” örgüt modelinin aynısıdır.
Halkevleri, tek parti döneminin tipik “organik” örgütlenmesidir. 19 Şubat 1932’de Türk Ocakları’nın yerine kurulmuştur.
Türk Ocakları, Cumhuriyet’in kuruluş sürecine katkıda bulunmuş milliyetçi bir örgüttür. 1931’de 260’ı geçen şubesi, 30 bini aşkın üyesiyle ülkenin en güçlü kuruluşu durumundadır. Mustafa Kemal’in emri ile kapatılıp Cumhuriyet Halk Partisi ile birleştirilmiştir. Türk Ocakları’nın taşınır taşınmaz mal varlıkları da Halkevleri’ne bırakılmıştır.
“Halkevlerinin teşkilindeki esaslar” şöyle belirlenmiş:
“Halkevi binaları CHP idare heyetleri tarafından temin, tanzim ve tefriş edilir; masrafları vilâyet parti idare heyetlerince karşılanır.”
“Halkevi’nin reisi Parti Umumî İdare Heyeti tarafından doğrudan seçilir; Parti genel sekreteri ile doğrudan haberleşir ve raporlarını buraya gönderir.”
Çok partili döneme geçtikten sonra, 9 Ağustos 1951’de “Halkevlerinin ve Bazı Halk Partisi Gayri Menkullerinin Hazineye İadesi Hakkındaki Kanun Lâyihası” Meclis’ten geçiyor ve Halkevleri’nin mal varlıkları Hazine’ye devrediliyor. Çalışamaz duruma gelen Halkevleri böylece kapanıyor.
ÇOK PARTİLİ DÖNEM SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Çok partili döneme geçildikten sonra, 1953 yılında Anayasa’nın 135. maddesindeki tanıma göre“kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları” kuruluyor. Sendikalar, dernekler kuruluyor.
Tek parti döneminden farklı(!) olarak, iktidar (siyasi parti), devlet ve “sivil örgüt”ler birbirindenbiçimsel veya kurumsal olarak ayrılıyor. Fakat tek parti döneminin devlet, iktidar, siyaset ve “sivil toplum” ilişki zihniyeti hâlâ devam ediyor. STK’lar, “denetlenmeli, yönlendirilmeli ve belirli amaçlar için kullanılmalı”. Ergenekoncular da aynı zihniyetle, STK’lar kurdular. STK’ların masumiyeti kullanılarak, asıl amaç ve hedef rahatça gizlenebiliyor.
Sağcı, sol/sosyalist, İslamcı, milliyetçi, sendikalar ve konfederasyonların kurulması da benzer zihniyet değil mi?
Bugün bu ilişki biçimi “yandaşlık” tanımı altında devam ediyor. İktidar, muhalefet fark etmiyor. Bütün siyasi partiler, siyasi gruplar “sivil toplum” örgütlerini kendi yandaşı, arka bahçeleriolarak görüyorlar ve kullanıyorlar.
Bu zihniyet, sivil toplumun demokratik ve katılımcı gelişiminin önünü tıkıyor. “Organik” olmayan üyeler pasifleşiyorlar.
Bu kurumlarda bir kere yönetim, iktidar ele geçirildi mi, kolay kolay değişmiyor. Mesleki kuruluşların, sendikaların.. yönetimini/iktidarı ele geçiren, sağcı, sol/sosyalist hiçbir grup, bu kurumların, kuruluş yasasını, mali yapısının şeffaflaşmasını, üyelerin yönetime katılım ve denetimini konuşmuyorlar.
SİVİL TOPLUM KURUMLARININ GÖREVİ
İktidarın gücünü kontrol edip sınırlayan ve siyasetin kamu ve toplum yararına kararlar almaya zorlanması gerekirken; iktidar ve muhalefet, sivil toplumu, iktidar kavgasının aracı olarak kullanıyorlar. STK’ları, siyasal partiler, siyasi gruplar, fraksiyonlar yönetiyor.
Kurumların başına “demokratik kitle örgütü” ve “sivil toplum” eklenince, “demokrat” ve “sivil” olunmuyor.
Peki, cemaatler sivil toplum ve STK mıdır? Türkiye’de irili ufaklı, 20’nin üstünde İslami dinî cemaat faaliyet gösteriyor.
Dinî cemaatler, “kapalı” ilişkiler üstünden çok yapılı, çok yönlü ilişkiler ağına sahip. “Yol” gösterenin yolunu izleyenler, çok farklı kurum ve kuruluşun içinde yer alıyorlar veya böyle kurum ve kuruluşlar oluşturuyorlar.
Adı şu veya bu cemaatin üye kayıt defterleri olmadığına göre, Türkiye de kaç cemaat üyesi var belirsiz.
Konsensüs’ün araştırmasına göre, “bir cemaate üye olduğunu söyleyenlerin yüzde 61,8’i Fethullah Gülen Cemaati’nden. Bunu yüzde 16,3 ile Süleymancılar, aynı oranla Menzil Cemaati takip ediyormuş”.
Sivil toplumun evrensel tanımına en uygun yapılar dinî “cemaatler”. Devamı haftaya olsun...
*
Not: Geçen haftaki “BDP’yi Türk soluyla birleştirmek, Kürtleri ideolojik tercihe zorlar” yazısında Hak-Par PM üyesi, Celal Yıldız, “Hak ve Özgürlükler Partisi, HDK Bileşeni ve sosyalist bir parti değildir, düzeltilmesini rica ederim” demiştir.
huscakir56@yahoo.com.tr
Twitter: @huseyincakir1
Yorum Yap