- 26.06.2013 00:00
Gezi eylemlerinin iki ana bileşeni ortaya çıktı. Birincisi, örgütler ve merkezî kararlarla hareket eden siyasi partiler, gruplar. İkincisi, örgütsüz ve merkezî otoritelerin kararlarıyla hareket etmeyen, sosyal medyada ağlar içinde yatay ve dikey ilişki kuranlar ilk kez Gezi direnişi alanında buluşmak için randevulaşanlar...
Gezi direnişinde, endüstri toplumu örgütleri, örgüt modelleri ve eylem biçimleriyle, ‘bilgi ve iletişim toplumu’, ‘ağ ilişkileri’ ve eylem modelleri aynı alanlarda buluştu.
Buradan yeni bir siyasal hareket çıkar mı?
Bu soruyu, sol bir muhalefet olsun beklentisindeki solcular, liberal aydınlar ve özgürlükçü Müslüman demokratlar soruyorlar. AKP’nin bloke etmeye çalıştığı yüzde 50, CHP’nin yüzde 25, MHP’nin yüzde 14 oylarını yararak, kitlesel yeni bir muhalefet çıkabilir mi? Bu, AKP’nin izleyeceği/ izlemeyeceği reformcu çizgiye bağlı.
İktidar sarhoşluğu ve seçeneksizlik
AKP’nin birçok önde geleninin Gezi Parkı sürecinde, filmi geriye sarıp, ’60’ların, ’70’lerin ve 12 Eylülcülerin zihniyeti ve dilini kullanmaları, “otoriterleşmeye mi gidiyoruz” kuşkularını daha da derinleştirdi. “Şu kadar reform yaptık, darbelerle boğuştuk, özgürlük alanını genişlettik, savaşı durdurduk” demek bugün yapılanları haklı kılmıyor, üstünü örtemiyor. Polisin uygulamaları, herkesin canını yakmış iken önce polisi güçlendireceğiz açıklaması, sonra da polisi kahraman ilan edip, “demokrasi testinden geçti” dendiğinde, “polis devletine mi gidiyoruz, rejim nereye doğru gidiyor” diye sorulur. “Büyüyoruz, kalkınıyoruz, o hâlde demokratik ülkeyiz” denemez. Büyüme, kalkınma vs. demokrasi ve özgürlüklerin olmazsa olmaz şartı değil. Çin, Rusya vb. buna örnek.
Uluslararası ilişkilerde bütün dünyayı karşıya alan demeçler, Almanya üstünden AB ile ilişkilerin gerilmesi, “Milli iradeye saygı” mitinglerindeki milliyetçi söylemler, içe kapalı rejimlerin, içinden çıkmaya çalışılan vesayet rejiminin görüntüleri.
Bütün bunlar olurken en önemlisi, “barış süreci”nin sekteye uğraması endişesi. Neyse ki, “barış süreci”nin devam edeceği açıklamaları yapıldı ve “yol temizliği” babında “yargı paketlerinin” hazırlandığı duyuruldu. Bir iyi bir kötü polis gibi uygulamalarına iyi niyetle bakarsak: AKP’nin muhafazakâr- milliyetçi- şoven tabanının gönlünü hoş tutmak için siyaseti böyle yapıyor sonucu çıkarılabilir. Bu sözler ya da politika, laik ve muhafazakâr- Müslüman kesim arasında gerilimin yükselmesine yol açıyor. Bu ikili tutum, “barış süreci” ve reformlar konusunda samimiyeti ve güveni ortadan kaldırıyor.
Değişimin dinamiği olarak Müslümanların durumu
Müslümanların ve muhafazakârların ezici çoğunluğu bugün “duran adam” gibi, özgürlüklerin ve demokrasinin genişletilmesi talepleri karşısında hareketsizler. Rejimin değiştirilmesi ve demokratikleştirilmesini, devleti ele geçirme olarak anlamış olmalılar ki!, demokrasi ve özgürlük taleplerini neredeyse ifade etmez oldular. Taleplerinin, inanç ve ahlaki değerlerinin iktidar ve devlet yoluyla resmî ideoloji hâline getirilmesini bekliyorlarmış demek ki. Dünkü mazlum, mağdur, dışlanmış İslami çevrenin, bugün merkezdeki konumu devletle bütünleşme olarak şekilleniyor. Küresel sermaye ile bütünleşmiş yeni sermaye, muhafazakâr orta ve üst sınıf, silahlı ve sivil bürokrasiyle egemen ‘blok’ oluşturulmaya çalışılıyor. Bu durum analiz edildiğinde, AKP’nin reformculuğunun, değiştiriciliğinin kapsamı ve amacı da anlaşılır. AKP’li aydın entelektüeller, bu blok oluşumunu, görmüyor veya görmek istemiyor. Bu blok tamamlandığında, demokratikleşme ve özgürlük alanının genişletilmesi durmuş olacak.
Marjinal olarak görünen, “anti-kapitalist Müslümanlar”, muhafazakârın- Müslümanların dikkatini bu sınıfsal ayrışma ve bloklaşmaya çekmeye çalışıyor.
Değişimin yeni bileşenleri
Bugün Kürtler değişimin başat gücü. Değişimin ikinci bileşeni, Aleviler. Üçüncü bileşenler, liberal aydınlar, özgürlükçü solcular, evrensel değerlerde sosyal demokrasiyi savunan sosyal demokratlar ve özgürlükçü Müslüman demokratlar. Dördüncü bileşenler, Taksim Gezi Parkı içindeki (Gezi Parkı artık bir simge) ve dışındaki sosyal ağlarda yer alan, anti-otoriter, özgürlükçü gençler. Son olarak, şimdilik “istikrar” adına suskun duran, oluşmakta olanblokun parçası olduklarını sanan kentli yeni orta sınıf ve kent yoksulları. Bu toplumsal ve sosyal kesimler siyasal olarak birleşebilmiş değiller.
Kürt legal siyasal partileri sürekli “Türkiye partisi” olmayı hedef olarak önlerine koymuşlardı. “Türkiye partisi” olmanın öznel ve nesnel koşulları oluştu. BDP, kendini solda tanımlıyor. Sosyalist Enternasyonal’e gözlemci olarak katılıyor. Sistemi devrimci yoldan değiştirmekten yana bir parti değil. Rejimi demokratikleştirmek istiyor. O hâlde buna uygun ideolojik, siyasal, sosyal kesimlerle ilişkiler kurmalı ve geliştirmeli. Yukarıda belirtilen değişim güçleriyle ilişkileri geliştirdiği oranda, toplumsal muhalefetin sesi olarak Meclis’te etkin ve etkili muhalefet partisi rolünü oynayabilir. Değişimden yana, yeni bir sol olacaksa da, bu değişim bu dinamiklerinden çıkabilir ancak.
huscakir56@yahoo.com.tr
Yorum Yap