- 6.06.2013 00:00
Taksim Gezi Parkının yayalaştırılması, topçu kışlası veya AVM yapılmasına karşı, 10 kişinin nöbetiyle başlayan protestoya karşı polisin tan vakti baskını ve sonrasında İstiklal caddesinde başlayan gazlı müdahale ve buna karşı direniş, 48-50 İl'e yayıldı, “toplumsal başkaldırıya, isyana” dönüştü.'
Barışçı eylemi kim provake etti?
Polis şiddeti ve karşılığında göstericilerin şiddetinin “kontrol edilemez ve yönetilemez” noktaya doğru tırmanması, iktidarı, muhalefeti, Cumhurbaşkanını endişelendirdi. Ekran karşısına çıkanların yüz ifadelerinden, olup bitene şaşırdıkları anlaşılıyordu. Oysaki şiddet; sporda, aile içinde, sosyal hayatta, TBMM’de görüşmelerinde yaşanan en temel sorun ve en çok konuşulan konuydu. İktidar ve muhalefet arasındaki siyasi “dil şiddeti” , hem kutuplaştırıcı hem de öfke biriktirilmesi için malzeme oluşturuyordu. Akil insanlar toplantılarındaki muhalif dil ve söylem, siyasilerin dili ve söylenin aynısıydı. Dinlemek, konuşmak ve anlamak yerine,”reddetme, kovma, konuşturmamak.” En önemlisi de, değerleri ve simgeleri savaştırmanın öne çıkmasıydı. Mütedeyyin, muhafazakâr değerlerle, laik, Kemalist-modernist ve Cumhuriyet değerlerini karşı karşıya getirerek, uzlaşmayı, münazarayı yok eden bloklaşma hızlandı.
Erdoğan öfke birikmesi için her şeyi yaptı
Erdoğan bir süredir üst üste AKP’nin muhafazakârlık anlayışını, “ötekilere” dayatan, aşağılayıcı, küçümseyici, onur kırıcı sözleri arda arda kullanmaya başladı. Erdoğan, AKP karşıtlarının öfke biriktirmesi için elinden ne geliyorsa! Yaptı. Toplumsal muhafazakârlığı, siyasal muhafazakârlıkla bütünleştirmek, AKP’ye oy verenlerin oyunu sabitlemek için; kendi dünya görüşünden, inancından olmayanları: Laiklerin, Kemalistlerin, ateistlerin, Alevilerin ve gayri Müslimlerin inançlarını, değerlerini aşağılayan sözler söylemekten hiç kaçınmadı. Bu sözleri kendi oy ve parti üyesi tabana doğru söylediğinde, onların kendi etrafında kenetleneceğini, karşı tarafında sineceğini düşünmüş olmalı ki; AKP’lilerin başbakanı gibi konuşmayı temel aldı. Sürekli olarak, zihnindeki, Sünni inancına dayalı, muhafazakâr toplum modelini otoriter bir dille, bağıra çağıra konuşmaya, yerli yersin, bütün toplantılarda söylüyordu. “…Muhafazakârlar şu soruya cevap vermeli; toplum mühendisliğini çoğunluk üzerinde yapmak ile azınlık üzerinde yapmak arasında ne fark var?
Yüz yıldır bu ülkede ‘yeni bir toplum’ yaratmak hayalleri bitmedi. Herkes ‘kendine benzeyen’, dolayısıyla kendini tercih edecek bir toplum kurmak istiyor. Laik, Türk, dindar, muhafazakâr.” “…Demokrasi içinde kalarak ‘toplum mühendisliği’ yapmak mümkün mü? Bence değil. Demokrasi eksikliğimizin nedenlerinden biri de zaten bu. Devletin kamusal gücünü kullanarak toplumu kendi ‘değer’lerine göre tanzim etmeye çalışanlar oldukça bu ülkeye demokrasi gelmez.” (İhsan Dağı, 28 Mayıs 2013 Zaman)
“AK Parti İslamcılık yapmıyor, postmodern otoriterliğe kayıyor”
Cumhuriyetin mağdur ve istismar ettiği, mütedeyyin, muhafazakârlar, sosyal, sınıfsal toplumsal kesimler, AKP’yi iktidara taşıyarak, devletin her türlü baskısından kurtulmayı amaçlamışlardı. AKP iktidar olduktan sonra, askeri vesayetle ve geleneksel statükocu muhafazakâr orta sınıfla, savunduğu değerleri için açık veya örtük mücadele etti. Bu amaçlar için mücadele, demokrasinin gelişmesine kapı araladı. Cumhuriyet tarihi boyunca mağdur olan, çevredeki İslami kesim AKP yoluyla kendini merkezde ( devleti yöneten iktidar) olduğu hissini hissetmeye başladı. Erdoğan, bu durumu, “Benim”le başlayan, “Genel Kurmay Başkanım, polisim, bürokratım” sözleriyle “devlet olduk”larını sık sık hatırlatıyor. İhsan Dağı’nın belirttiği gibi, kamu ve devlet gücünü kullanarak “kendi değerlerini ve toplum modelini” , “hizmet eden devlet” değil, “dayatan devlet” modeli olarak icra ediyor. Bu model de, “… İslami referanslar, çoğunluğun meşrulayıcı desteği ve devlet aygıtlarının gücüyle belli ‘değer tercihleri’ni toplumun tümüne dayatması bizi ‘postmodern otoriterlik’e götürür. Bu tür bir otoriterlik karşısında durmak zor, adeta imkânsızdır, çünkü demokratik meşruiyetiyle halka, İslami referanslarıyla dine, yaptırım gücüyle devlete dayanır’. Dolayısıyla AK Parti İslamcılık yapmıyor, postmodern otoriterliğe kayıyor.” ( İhsan Dağı, aynı yazı)
30-31 Mayıs ve 1 Haziran protestosu ve direnişi, otoriterliğe kayışa karşı ciddi bir uyarı oldu. İnşallah AKP’nin akil insanları ve Erdoğan Türkiye’nin kırmızı bölgelerindeki direnişi doğru okurlar. Bu direniş, Başbakan’a balkon konuşmasındaki “Türkiye’nin başbakanıyım” sözünü hatırlar. AKP’nin kurmayları, yerel yöneticileri bu yaşanan olaylardan ders alırlar. Kadir Topbaş da: İstanbul’da belediye otobüslerinin rengini, şehir hatları vapurlarının modelini halka sorarak iyi iş yapmış iken; Taksim, Çamlıca gibi bütün İstanbulluları ilgilendiren kamu alanlarına kazma vurmadan önce, halka sorması gerektiği uyarısını alkış olmalı.
Taksim İsyanı
Böylesi isyan ve toplumsal hareketler demokratik tepki zemininden şiddet zeminine kaydığında, on binlerce kişiyi bir kaç on kişi istediği gibi şiddet sarmalı içine çekebilir. Hani şu meşhur “uyuyan renkli kuvvetler” için böyle ortamlar iş başa yapma zamanıdır. Birileri, protesto, sivil itaatsizlik, sivil direniş, devrime doğru gidiyoruz diye düşünürken, demokratikleşme ve reformlar sürecine karşı, “karşı devrim” planlarının içine düştüklerini anlayamazlar bile. “Susurluk aydınlatılsın” diye “ Sürekli aydınlık için, bir dakika karanlık” eylemine Genel Kurmay’ın ışıklarını söndürerek katılması sevinçle karşılayanlar, aradan yıllar geçince, başlangıç amacının, nereye doğru evirildiğini ve nasıl sonuçlandığı çok sonra anladılar, anladık.
Sokağa çıkan orta sınıf çok öfkeliydi. Çünkü; AKP iktidarının onların ellerindeki maddi ve manevi değerlerini, ayrıcalığını ellerinden alarak, "çarıklı, göbeğini kaşıyanlar, sıkma başlı, takunyalı, badem bıyıklı"ları onların yaşam alanlarına taşıyarak, aynı apartman, aynı villa, aynı rezidans, aynı restoran da, aynı iş toplantısında biraraya getiren işler yaptı. Yani “asla eşit olmamızın mümkün olamayacağı kesimlerle bizi eşit yaptı! Aynı mekânlarda yaşamaya mahkûm etti.” Günlerce süren, tencere, düdük, ışık yakıp söndürmenin isyanın arkasında asıl bu ruh hali yatıyor. Tencere, tava isyanı, Şili de Allende'ye karşı orta sınıfın isyan simgesidir.
Sokağa çıkanlar,1 Hazirandan itibaren içlerinde biriktirdikleri her şeyi sokakta ifade ettiler. Mütedeyyin, varoşlarda yaşayan, kent yoksulları evlerinden çıkmadılar. Olup biteni anlayamadılar. Şiddet görüntüleri onları tedirgin etmiş olabilir. Ama “Devrimci Müslümanlar”, sokaktaydı.
Bu isyanla ilgili en çarpıcı sözü Kemal Kılıçdaroğlu söyledi. Kendilerini de şaşırtan toplumsal tepkinin, şiddete dönüşmesi karşısında, “Bırakın toplum enerjisini boşaltsın”, biz parti olarak yer almıyoruz, bireyler olarak varız dedi.
Son olarak, “Hükumet istifa” diyen AKP karşıtları, bu hükumet istifa ederse, mevcut meclis yapısı içinden nasıl bir iktidar olacağını da düşünüyorlar mı acaba? Yoksa solcu ezber bir sloganı mı tekrarlıyorlar. Bu iktidar bugün istifa etse varsayımdan hareket etsek yerine şu anki meclis aritmetiğinde kimler iktidar olabilir.
Yanıt :CHP-MHP koalisyonu.
30 Mayıs 2013 ve sonrasında, sokağa çıkan, gaz yiyenler ve gaz dan dan gözleri yananlar tencere tava sesi duyan çocuklar... Bu günleri unutmayacaklar, bu günleri yaşayanlar yaşadıkları sürece, bir biçimde bu günleri hep konuşulacak...
Demokratik ortam ve siyasal alan genişledikçe, demokrasiyi yaşamaya ve öğrenmeye devam ediyoruz.
“Taksim İsyanı” da böyle bir şey. 2.5.2013
Not:
4 Haziran Salı gece saat 23:00'te Gezi Parkın daydım. Bu üçüncü gidişim. İlk ikisi gazlı, kaçma kovalacamalıydı.
Bu gece "Şölen ve Özgürlük alanı" olmuş. AKM duvarı, pankartlarla donatılmış.
Taksim meydanında bir TV aracı araba iskeleti, yanında üstünde hatıra resmi çektiriyorlar.
Taksim postanesinin olduğu dükkanların sırasındaki iş makinaları kullanılmaz hale gelmiş. Çok sayıda turiste rastladım.
Harbiye yönün açık, gidenler gelenler, Sular idaresi yününde normal İstiklal caddesi trafiği devam ediyor.
Gezi Parkı alanı tıka basa dolu. Siyasal gruplar pankartlarını asmışlar, Büyük ekran bir TV kurulmuş Gezi Parkının ortasına.
Siyasi gurupların pankartları atlında toplananlar ajitatif konuşmalar yapıyorlar. TGB standına biraz kulak verdim. Birsi heyecanlı, heyacanlı, gırtlağı yırtarcasına, felaket tellalı "Haberler"okuyor. Onların beş metre ötesinde, yerde sere serpe yatmış, sarmaş, dolaş muhabbet edenler bambaşka bir dünyada onu duymuyorlar, bağırtısından rahatsız da olmuyorlar. İki, üç, beş dünya ya ait insan , Gezi Parkına gökyüzünden inmiş gibiler.
Türkiye'nin bütün sol grupları, kocaman kocaman pankartlarını her yere asmışlar. Ama O kocaman, heybetli bezlerin altında kimse yok.
Gezi Parkını dolaşırken oradan buradan sloganlar atıyordu. "Faşizme karşı omuz omuza, Hükümet istifa, Erdoğan istifa, Mustafa Kemalin askerleriyiz..."
Gezi Parkı, Divan Otel'in önünden başlayarak tıka basa dolu . Ağırlıklı olarak 15 ile 35-yaş arası, kız ve erkekler, eşit sayılabilir. Kim bunlar acaba gözüyle bakıldığında; giyimleri, kumaşlarından üniversite öğrencileri, geleneksel orta sınıf ailenin kızları ve oğlanları olduğu anlaşılıyor.
Yerlere uzanmış kızlar erkekler bellik sabahçılar. Azık torbaları yanlarında. Tayyip bunların oturuş ve yaşıtlarını görse; buraya "Napalm" bombası atar! Oturuş, yatışları ayrı mesele, her grubun yanında , önünde, ortasında bol, bol bira, şarap şişesi var. Cep telefonun, Müzik aletlerinden, şarkılar, türküler dinliyorlar, marşlar söylüyorlar.
Yani... Erdoğan'ın "ötekileştirdiği, tuuu kaka ilan ettiği Türkiye'nin" bütün temsilcileri Taksim'de Gezi Parkında...
Bu manzara bana 12 Eylül dönemi sonrası, Dikili Festivallerini anımsattı...
Yorum Yap