- 17.06.2012 00:00
"Eğer Tanrı öldüyse, her şey mübahtır."
Tırnak içindeki söz, insan ruhunu ilmek ilmek çözen kıymetli yazar Dostoyevski'ye atfedilir. Çağdaş felsefenin önde gelen isimlerinden Slavoj Zizek ise bu sözü tersine çevirir: "Eğer Tanrı öldüyse, hiçbir şey mübah değildir."
Neden mi? Çünkü "İnsan", bir şeyin mübah olup olmadığının sınırını belirleyecek kapasitede bir varlık değildir. Etyen Mahçupyan bunu "Kürtaj döngüsü" başlıklı yazısında örneklerle izah etmiş:
"(...) bebeğin yaşam hakkını savunanların hayvan ve ağaç haklarını da aynı bağlama oturtmaları beklenir. Çünkü eğer kürtaj cinayetse, açıktır ki hayvanların kısırlaştırılması da, ağaçların kesilmesi de cinayettir. Eğer bu türden bir kapsayıcılık yoksa insan hayvandan ve nebattan daha üstün sayılmakta olduğu içindir. Ne var ki ancak elimizde insanı daha üstün kılan bir ideolojik bakış varsa bu yönde düşünmek bize doğal gelir. Nitekim tek tanrılı dinler bu ideolojiyi sağlarlar ve insanı hiyerarşik bir skala içinde diğer varlıkların üstüne koyarlar."
Mahçupyan'ın burada izhar ettiği nokta çok önemli. Zira dinin ihdas ettiği haram ile helal, mübah ile günah arasındaki ayrımdan sekülerizmin ve seküler devletin ilham alarak etik ile etik olmayan / yasal ile yasal olmayan arasındaki koyduğunu söylemek mümkün. Örneğin bu yüzden adam öldürmek suç ama hayvan öldürmek değil. Bu minvalde seküler devlet, aslında her zaman teolojik bir boyutu beraberinde taşır. Adeta kendini Tanrı yerine koyarak, 'kulları' arasındaki ilişkiyi düzenlemeye kalkar.
Ancak şu noktayı hiç unutmamak gerekir: Sekülerizm/ seküler devlet, dinden ilham almayarak, tam da onun karşıtı hükümler vaz ettiğinde bile aslında bir teoloji kurmuş olur. Bu öyle bir teolojidir ki, on bir haftalık bir bebeğin yaşam hakkını "kutsal" sayıp onu insan mertebesine yükseltirken; dokuz haftalık, kalbi atmakta olan bir bebeği bir odun yığınından farklı görmeyip, onu zelilleştirme hakkını kendinde görür.
Ve alıntıladığım bölümdeki mantık silsilesinden Mahçupyan'ın vardığı sonuç şöyle olmuş:
"Kısacası bebeğin yaşam hakkını doğanın yaşam hakkının dışında özel önem vererek savunmak, aslında dini bir mülahazaya muhtaçtır ve bu da sadece dindarları bağlar."
Mahçupyan "sadece dindarları bağlar" demiş ama dindar olmayanların dokuz haftalık bir bebeğe "insan"dan daha aşağı bir varlık olarak muamele etmesi "hak"kının (ki 'hak' da teolojiden azade düşünülemeyecek bir terimdir) nereden kaynaklandığı yönünde bizi aydınlatmamış. Anne rahmindeki bebeğin hangi sebepten ötürü bir ağaçla eşit olduğu sorusu boşlukta kalmış. Bebeğin ana rahminde olmak itibariyle yaşama hakkına ve beden mülkiyetine sahip olmadığı iddia edilmiş ama bunun da sebepleri açıkta bırakılmış. Merak etmeye devam ediyorum, seküler insanların ortada işlenen fiilin bir cinayet olmadığı noktasındaki izahları nedir?
Sosyolog Suheyb Öğüt, geçtiğimiz hafta HerTaraf'ta çıkan "Kürtaj: Kuvvenin Katli, fiilin cinayeti" yazısında benzer bir noktaya temas etmişti:
"Peki insanın külli bir tarifi yapılamazken embriyo ile insan arasında bir fark olduğunu söylemek ve bu farkı embriyonun aleyhine işleterek onun katlediledilebilir olduğuna hükmetmek de ne demek oluyor? Şayet insan diye bir kategori varsa spermin tek başına insan olmadığı açıktır. Zira sperm ancak yumurta ile birleştiği zaman insan (embriyo) vücuda gelmektedir. Spermde insan olma kuvvesi mevcut değildir. Bu kuvve, sperm ile yumurtanın inzimamdan -embriyo- hasıl olur. Embriyoda insan dediğimiz varlıktaki bütün özellikleri müşahede edemiyor olmamız embriyonun insan olmaldığına katiyen delalet etmez. Bilakis embriyo bilkuvve insandır. İnsan olma kuvvesine sahiptir. Şayet kuvvenin kendisini bir varlık statüsü olarak kabul etmezsek o zaman bebeğin kendisini de insanlıktan temyiz etmek mecburiyetinde kalırız. Çok kaba bir gözlemle bebek dediğimiz varlık yiyen, içen, altına eden bir mahluktan başka bir şey değildir ve fiiliyatı itibarıyla çoğu hayvandan bile daha aşağı, daha aciz bir konumdadır. Fakat buna rağmen bizler bebeği insan olarak kabul ediyor ve hayvandan daha üst bir makama yerleştiriyoruz. Neden? Çünkü bebek bilkuvve insandır ve bilkuvve insan olan her varlık tam da "insan"a tevafuk etmektedir."
Ayrıca mevcut duruma göre on haftaya kadar bebeğin aldırılması yasalara uygun. Peki ama dokuz haftalık cenin ile on bir haftalık cenin arasındaki farkı seküler devlet hangi kaideye göre koymaktadır? Sadece annenin seçim hakkı kutsalsa neden "on hafta sınırı" seküler gruplar tarafından bile ısrarla savunulmaktadır? Bu, cenini 32 haftalıkken de aldırmak isteyen annenin 'seçim hakkı'na saygısızlık değil midir?!
Kürtaj tartışması sürerken seküler yazarlar bu soruların hiçbirine cevap vermeyip, sadece 12 Eylülcülerin koyduğu sınır dahilinde kadının seçme hakkını, bebeğin yaşam hakkından üstün tuttular. Mahçupyan'ı tenzih ederek söylemek gerekirse bir kısmı da bunu aksi kanaate sahip Müslüman yazarları ve hükümeti 'totaliterlikle' suçlayıp, bir nevi 'kaçak dövüşerek' yaptılar. Hâlbuki bu tartışmaya ilişkin ilk yazımdaki sorunun cevabını kanıtlamaları 'dindarları' da ikna etmelerine yeterdi: İnsan, nerede başlar?
Bu soruyu cevaplayamadıkları müddetçe, kürtajın cinayet olmadığını temellendirmeleri mümkün değil. Eğer cinayet olmadığı temellendirilemiyorsa da "adam öldürmenin yasa dışı olduğu gibi kürtajın da yasa dışı olması gerekir" cihetinden hareket eden devleti suçlamaları ve "sen kim oluyorsun da insanların işine karışıyorsun?" diye sormaları da mümkün değil.
Zira o devlet de pekâlâ 'seküler bir teoloji'den hareketle böyle bir yasa koyabilir.
Yorum Yap