- 16.03.2011 00:00
Ne yapalım, isteyenin bir yüzü... Meclis’te başörtülü vekil istiyoruz. Seçimlerden sonra kurulacak meclis yeni anayasa yapımına öncülük edecek. Yani bir anlamda "kurucu meclis" olma özelliğini taşıyacak. Bu yüzden Türkiye’deki tüm toplumsal kesimlerin o mecliste yer bulması elzem.
Bugüne kadar başörtülü kadınlara sokakta, üniversite kapılarında, medyada, hatta haklarını aradıkları mahkemelerde bile; yani adına “kamusal alan” dedikleri korunaklı alanların hepsinde cüzamlı muamelesi yapıldığı yeter artık. Liklik, dindarları dövmenin teminatı değil; farklı dinlerden insanların birarada yaşayabilmesini sağlama iddiası olan bir sistemdir.Madem öyle, başörtülü kadınlarla aynı temayüllere sahip erkeklerin meclise girmelerinin önünde hiçbir engel yokken neden başörtülü kadınların önüne çekilen set alkışlanıyor?
İlk başörtülü vekilimiz Merve Kavakçı, meclisten başbakanın “Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Bu hanıma haddini bildiriniz." cümlelerine eşlik eden, çocuklar gibi şen “Dışarı!” diye bağıran diğer bazı vekillerin alkışları arasında kovulmuştu. Birisi de çıkıp o başbakana "Esas burası millete meydan okunacak yer değildir, sen haddini bil!" demedi, diyemedi... Ancak artık vaktidir.
Muhterem Bülent Arınç, “Vakti gelmeyince çiçek bile açmıyor" “diyerek başörtülü vekil tartışmasına kendince son noktayı koydu. ”Ak Parti'nin vicdanı“ olarak andığımız bir siyasetçiden bu sözleri duymak yüreğime ağır geldi açıkçası... Biliyorum ki benzer bir açıklama başka herhangi bir toplumsal gruba yapılmış olsaydı kıyamet kopardı. Gel gör ki mevzu başörtülü kadınlar olunca yaprak bile kımıldamadı. İşte böyle bir sahipsizlik duygusuyla bu satırları yazmak zorunda hissettim. Yoksa bana sorarsanız bu iş öncelikle başörtülü olmayan kadın ve erkek yazarlara düşerdi....
EMASYA kaldırıldığında ya da Erbakan vefat ettiğinde “28 Şubat süreci sona ermiştir” gibi cümleler kurulması kulağa hoş geliyor olabilir ama gerçek bu değil. "Yarın okula nasıl gireceğim?" diye geceden kara kara düşünmeye başlayan başörtülü öğrenciler, meclise girebilmek için siyasetçilerin ağzına bakan başörtülü kadınlar olduğu süreci bilin ki 28 şubat süreci devam ediyor. Zira, o sürecin sebep olduğu en büyük kayıp mezkûr dışlayıcı zihniyeti kanıksamamızdı. Eğer hala aynı dışlayıcı zihniyet düşünmek ve ona boyun eğmek zorunda hissediyorsak, 28 şubat süreci önce zihinlerimizde sonra da hayatımızda hüküm sürüyor demektir.
Ancak 28 Şubat’tan bu yana hem ulusal hem de uluslararası manada zihniyet değişimi bağlamında çok yol katedildi. Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi ve Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi gibi uluslararası kuruluşların başörtüsü yasağına muhalif beyanları, KADER’in 275 kadın vekil kampanyasına başörtülüleri dahil etmesi, Anayasa Uzmanı Serap Yazıcı’nın çağrısı ve hatta bu tartışmalar olurken CHP’den halen menfî bir tepki gelmemiş olması bu zihniyet değişiminin göstergeleri... İş, mevcut zihniyet değişimini siyasete yansıtmaya kalmış durumda çünkü başörtülü vekil olmasının önündeki tek engel aşılması gereken psikolojik bir bariyerden ibaret. Zira Meclis içtüzüğünde başörtüsünü yasaklayan herhangi bir ibare yok, zaten Yüksek Seçim Kurulu da bu yüzden başörtülü vekil başvurularını kabul ediyor.
Ama ne yazık ki kadınlara 1934'te seçme ve seçilme hakkı verildiği her fırsatta gururla hatırlatılan güzide ülkemde, kadınların büyük çoğunluğunun başörtülerinden ötürü seçilme hakkı yok. Yani milleti temsil ettiği iddia edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kadınların yüzde 65-70’i aslında temsil edilmiyor! Bu yüzden Lübnan ziyareti dönüşünde Başbakan’ın gazetecilere verdiği cevaplar arasında en çok ilgi çekenlerden birisi de “Başörtülü milletvekili olabilir” açıklamasıydı. Sabah’tan Sevilay Yükselir soruyu yönelttiğinde Başbakan özellikle ikimizi kastederek “Bunun yolunu siz açacaksınız” demişti. Benim cevaptan emin olmak için sorduğum “Yani olabilir mi?” ısrarıma da “Siyasette her şey olabilir “ diyerek karşılık vermişti.
Evet, siyasette her şey olabilir. Biz yolu açmak için elimizden geleni yapmaya razıyız. Bu ihtimali gerçeğe dönüştürmekse en çok cesur açılımlarıyla nam salmış bir kitle partisine yakışır sanırım...
Veda ama “elveda” değil
Bazen hiç beklemediğiniz bir anda kendinizi bir yol ayrımında buluyorsunuz ve bazen büyümek için bir parçanızı geride bırakmanız gerekiyor...
Taraf, tüm hayatım boyunca kendimi en ait hissettiğim müesseselerden birisi olacak. Bir önceki cümleye başlarken “belki de” diye yazmıştım, sonra sildim çünkü pek çok müesseseye karşı “tamamen kuşkuda” olduğumuz bugünlerde Taraf’a dair olan hissiyatımda şüpheye yer yok. Burada yazar olarak çalışmaya başlamadan önce de böyle hissediyordum, sizlere bugün veda ederken de böyle hissediyorum.
Taraf’ta yazdığım süre boyunca ne çok şey öğrendim, bir başlasam bu yazının gövdesinin kaldıramayacağı kadar teşekkür etmem lazım. Yine de vira bismillah:
Önce Ahmet Altan’a... Yani bundan yıllar sonra “Türkiye’nin Emile Zola’sı” olarak kıymeti daha da iyi anlaşılacak olan Ahmet Abi’ye,
Esaslı ilk röportajımı verdiğim, genç bir yazar olarak bana güvenip Taraf’ın kapılarını açan sevgili Yasemin Çongar’a,
Ta Genç Siviller’den yoldaşım, bizim kuşağın tartışmasız en marifetli gazetecilerinden Yıldıray’a,
Gönlü de gözleri gibi ışıl ışıl olan cânım dostum Markar’a, “Hadi prenses” diye tatlı tatlı yazıların yetişme vaktine doğru ses eden Tamer Abi’me,
Ve tüm Taraf çalışanlarına, yazarlarına, okurlarına teşekkürlerimle...
Minnettarım, her dâim,
Hilâl Kaplan (Bir Taraf okuru).
hasiralti@gmail.com
Yorum Yap