- 29.02.2012 00:00
Darbenin 15. yıldönümü sebebiyle 28 Şubat süreci tartışılıyor. Lâkin genelde meselenin yargı, medya, üniversite, vb. gibi sadece makro boyutu ele alınıyor. Hâlbuki bu sürecin mazlumlarını hatırlamak da en az sürecin nasıl gerçekleştirildiğini bilmek kadar önemli.
Aşağıda 28 Şubat sürecinde YAŞ kararlarıyla ordudan atılan yüzlerce askerden birisi olan Yüzbaşı Ç.K.'nın tugay komutanından aldığı "ihtar mektubu"nu okuyacaksınız. Faşist baskının gerektirdiği "söyleme mecburiyeti"nin ağırlığı o kadar açık ki "söylem analizi"ne bile gerek bırakmıyor:
"Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ulu önder Atatürk'ün 57. ölüm yıldönümü nedeniyle As. garnizonda yapılan Atatürk'ü anma toplantısına eşinizin katılmadığı belirlenmiştir. Eşinizin bu hareketi T.C. Anayasası'nın başlangıç ve genel esaslar bölümünde belirtilen "Cumhuriyet'in niteliklerine karşı gösterilen açık tepkidir. Eşinizin bu tutum ve davranışına mani olmanız, TSK'nın bir mensubu olarak Atatürk ilke ve inkılaplarına karşı olan kişilerle (eşiniz dahi olsa) fikir birliği içinde bulunduğunuz şeklinde algılanabilir. Bu davranışta bulunan TSK'nın herhangi bir mensubunun eşinin Atatürk'ü anma toplantısına katılmamak için ölüm dışındaki bir mazeretini kabul etmek mümkün değildir.
Eşinizin bu hareketi tüm (...) tugay personeli tarafından infialle karşılanmıştır. Eşinizin bu davranışı, kendisinin Türkiye Cumhuriyeti'ne, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yolunda yeterli duyguya sahip olmadığını göstermektedir. Her şeyimizi borçlu olduğumuz Atatürk'ün aziz hatırasına gösterilmesi gereken saygının eşinizde yokluğu, gelecekte Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki görevlerinizde menfi bir etken olacaktır. Hizmetinizin değerlendirilmesinde olumsuz etki yaratması muhtemeldir."
Kaynak: Emekli Askerî Hâkim Yusuf Çağlayan, "Orduda ve Yargıda Darbeci Kuşatma, Nesil Yayınları, 2011.
Ertuğrul Özkök'e bir soru
Bundan beş yıl önce, yine 28 Şubat'ın yıldönümünde, Özkök şöyle yazmıştı:
"28 Şubat'ta devletin çeşitli kademelerinde görev yapmış kişilerde müthiş bir 'pişmanlık' havası var... Yer gök 'itirafçı' dolmuş. Bu yaygaraya bakınca şöyle bir hisse kapılıyorum. Galiba 28 Şubat'ı destekleyen tek ben kaldım. Evet destekledim ve desteklemeye devam ediyorum."
28 Şubat süreci gerçekleşirken, darbeyi desteklediğini ilan eden dönemin Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Özkök'e sorum gayet basit: 28 Şubat'ı hâlâ destekliyor musunuz? Merak işte...
Kemâl Burkay'ın mektubu üzerine
Muhterem Kemâl Bey,
Mektubunuzdaki kırılgan ruh halini anlıyorum. Elbette nasıl Orhan Miroğlu veya Muhsin Kızılkaya gibi PKK tarafından tehdit edilerek yıldırılmaya çalışılan Kürt aydınlarının yanında olduysam, sizi de bu noktada yalnız bırakmam söz konusu olamaz. Aynı şekilde tehditlere cevap vermemeniz gibi bir yaklaşım da söz konusu olamaz. Tabii ki cevap vereceksiniz ve veriyorsunuz. Benim kast ettiğimin bu olmadığı oldukça açıktı zaten.
Dikkat çekmek istediğim husus, son aylarda ağzınızdan çıkan ve medyaya konu olmanıza vesile olan tek meseleyi bu "cevap verme" refleksinin oluşturmasıydı. Bu kısırdöngü içine girmenizi dert ettim zira sizden beklenenin "PKK mağduru" pozisyonundan daha fazlasına tekabül ettiği kanaatindeyim. Üstelik böylelikle Kürt sorununa dair süren tüm tartışmalarda yine sadece PKK eksenli bir söylemi yeniden inşa ediyorsunuz. Bunun da HAK-PAR'ın özerk ve özgün bir Kürt siyasî partisi olarak öne çıkmasına engel olabileceğini düşünüyorum.
Ayrıca naçizane gözlemim, PKK'nın geçmişiyle ilgili yaptığınız açıklamaların sürece katkı sağlamak bir yana, PKK'ya mesafeyle bakan Kürtlerin bile size 'bıkkınlık'la yaklaşmasına yol açtığıdır. Size yönelik mektubum üzerine aldığım müspet tepkilerin büyük çoğunluğunun Ak Parti'yi destekleyen Kürtlerden gelmesi de bu gözlemimi doğrulamaktadır. Yoksa daha önce belirttiğim gibi, PKK'nın geçmişi de her silahlı örgüt gibi karanlıktır ve temiz değildir. Ancak korkarım buna ilişkin bir 'aydınlanma', şiddet sarmalı sürdüğü müddetçe, ana akım medyada "Bakalım kim şerefsiz?" türünden tartışmalar yürütülerek gerçekleşmeyecektir.
Selâm ve saygılarımla.
Yorum Yap