- 8.12.2010 00:00
Başbakan Erdoğan Dolmabahçe’de rektörlerle buluştuğu sırada YÖK’ü protesto etmek için gelen Öğrenci Kolektifi’nden gençlere polisin reva gördüğü zulüm ne kabul edilebilir ne de mazur gösterilebilir. Sıradan gidelim:
1. Öncelikle Ankara ve Eskişehir’den otobüslerle gelen öğrencilerin polis tarafından “düşman askeri”ymiş gibi Çamlıca tepelerinden geri püskürtülmesi ve mola vermek için durdukları yerde gençleri biber gazına boğması ölçüyü aşan ilk uygulamadır. Ortada herhangi bir suç yokken polisin mevzubahis davranışının savunulacak yanı yoktur.
2. İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın “Öğrenciler polisi tahrik etti, o yüzden olay çıktı” diye özetlenebilecek argümanı bana karısını dövüp ondan sonra da “N’apayım beni sen kızdırdın” diyen kocalar kadar inandırıcı geliyor. Metafordan sadır olabilecek yanlış anlamaları bertaraf etmek için vurgulayalım: Polis kamu görevlisidir. Yani sokaktan o anda geçen vatandaşa karşı ne kadar sorumluysa protesto gösterisine katılan vatandaşa karşı da o kadar sorumludur. Kaldı ki diyelim karşınızda kontrolden çıkmaya hazır bir kitle var. Polise düşen o kitleyi denetim altında tutup nereye yürüyeceklerse oraya ulaştırmak, olabilecek en az zararın ortaya çıkmasını sağlamaktır. Allah ne verdiyse gençlere girişmek değil.
3. Hükümet de bu olaylar sırasında iyi bir sınav vermedi. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, Bakanlar Kurulu toplantısından sonra “insanları rahatsız eden yerlerde eylem yapanlar” diyor. Sayın Çiçek günlerdir gazete okumuyor galiba. Zira polis öğrencilere ulu orta meydan dayağı atınca rahatsız olmayıp, gençler üç beş slogan atınca rahatsız olan bir millet değiliz çok şükür!
Başbakan Erdoğan ise gençlerin elinde taş, molotofkokteyli, yumurtayla geldiğini iddia etti ama kendisine bilgi verenler belli ki gerçeği saptırmaktalar. Çünkü ne hikmetse polis gençlere giriştiğinde bunların hiçbirisini polise atan olmadı. Demek ki gençlerin niyeti polise “sataşmak” değil, seslerini duyurmaktı.
Hz. Ömer’in “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, bundan kendimi sorumlu bilirim” sözü meşhurdur. Dün Dolmabahçe kıyısında doğmamış bir bebek helak oldu Sayın Başbakan, sorumluluğunuzun gereğini lütfen yerine getiriniz.
4. Öğrenci Kolektifi’nde kendini solda tanımlayan değişik siyasal görüşlerden öğrenciler var. Başörtüsü yasağı sözkonusu olunca içlerinde her yere “ampul kafalı başörtülü” posterleri asan da var “Özgürlükçüyüz ama salak değiliz” gibi güzide bir sloganı siyasal tarihimize kazandıran da... Belki tek tük yasak karşıtı olan da vardır, günahlarını almayayım. Ne var ki bu ayrıntıların hiçbiri zerre kadar umurumda değil çünkü polisin gençlere reva gördüğü muamele “ayıptır, günahtır, zulümdür”.28 Şubat sürecindeki protestolardaki polis zulmü yüzünden bebeğini kaybeden Nuray Bezirgân için olduğu kadar mevzubahis olaydaki polis zulmü sebebiyle bebeğini kaybeden E.Ö. için de kalbiniz sızlamıyorsa insanlığınızdan şüphe etmeniz gerekir.
***
Miroğlu’na sahip çıkamadık
Geçenlerde Taraf yazarı Orhan Miroğlu’nu hedefine koyan bir haber HPG’nin internet sitesinde yer aldı. Kalemden çok silah tutmaya alışık birisinin elinden çıktığı izlenimini veren bu metinde şöyle deniyordu: “Böyle giderse kırmızı kalemle çekilen bir çizgi devreye girer! Miroğlu da, mortoğlu olur bu toprakların tarihinde!”
Her yerinden zekâ akan bu yaratıcı cümlelerle Kürtlerin özgürlük mücadelesi için işkencelerden geçmiş, ölümlerden dönmüş; yani bu toprakların tarihine adını şimdiden şerefle yazdırmış bir insan sırf örgütle aynı çizgide olmayan görüşlerinden ötürü ölümle tehdit ediliyordu. Eli silahlı bir örgütün sitesi sözkonusu olduğundan bu tehdit öyle kolayca geçiştirilebilecek türden değildi.
Peki, ne oldu dersiniz?
Bu tehdide tepki olarak açılan imza kampanyasına örgütle paralel düşünmediği bilinenler hariç aydınlar imza bile vermedi.
‘Vicdan bekçiliği’ kendinden menkul yazarlar tek satır yazmadı.
Ocak 2007’deki Kürt Konferansı’nın çağrıcılarından ve aynı zamanda kurucularından olan Miroğlu için Türkiye Barış Meclisi’nden de Hakan Tahmaz’ın verdiği bireysel imza dışında bir ses çıkamadı.
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, DTP’nin kurucularından olan Miroğlu hakkındaki tehdit sorulduğunda “Kimse kimseyi tehdit etmemelidir. Herkes düşüncesini özgürce açıklamalıdır” demekle yetindi. Bu beylik cümlelerden sonra gazetecilere “Terli terli su içmeyin” uyarısında da bulundu mu bilinmiyor!
Yani demokratik olduğunu varsaydığımız kamuoyu tarafından Miroğlu yalnız bırakıldı ve artık devletin tahsis ettiği bir korumayla yaşamak zorunda. Örgüt tarafından hedef gösterildiğinden özellikle hayatı pahasına mücadele ettiği topraklarda rahat dolaşamayacak. Böyle mi olmalıydı?
“Örgütü zayıf göstermemek” adına bu utancı taşımaya razı olanlar, Miroğlu bu zorba anlayış yüzünden memleketinden ayrılmak zorunda kalırsa aynaya nasıl bakacaksınız? Yaşam hakkınızın ve ifade özgürlüğünüzün örgütün çevrenize ördüğü duvarlarla sınırlı kalmasına razı mısınız?
Orhan Miroğlu’na sahip çıkamadık. Ben bir gün “Hepimiz Orhan Miroğlu’yuz” pankartlarıyla yürümek istemiyorum o yüzden sen ne yapman gerekiyorsa yap Orhan Abi ve bizleri affet...
hasiralti@gmail.com
Yorum Yap