- 23.12.2011 00:00
Fransa sınırları içinde 1915'i soykırım olarak tanımlamayanları hapse attırmayı içeren yasa tasarısı Fransa Meclisi tarafından kabul edildi. Muhtemelen yine Fransız Senatosu'ndan geçmeyecek olan bu yasa da mevcut "soykırım borsası"nda şimdilik yerini aldı. "Soykırım borsası" diyorum zira oynanan bu oyun, eli kanlı devletlerin güçleri nisbetinde birbirlerine baskı yaptıkları bir mekanizmadan ibaret. Hakkaniyet, vicdan, özeleştiri hak getire... Öyle olmasaydı, sömürgeleştirdiği toplumların kanı hâlâ ellerinde olan Fransa, önce kendi günahlarının kefaretini ödemek zorunda hisseder, bunun için uğraş verirdi. Ya da Fransa'da "Ermeni soykırımı yoktur" demeyi hapisle cezalandıracak kanunu ifade özgürlüğü çerçevesinde eleştiren Türkiye'den de "Ermeni soykırımı vardır" diyenlerin kendilerini özgürce ifade etmesinin önünde duran 301. maddeyi kaldırması beklenirdi. Özellikle bu madde, Hrant Dink'in öldürülmesine vesile olduktan sonra samimiyet ve tutarlılık bunu gerektirirdi. Ancak bu iki değerli kelimenin siyaset arenasında pek de karşılığı olmadığını biliyoruz.
O yüzden siyasetçilerin, "tarihi tarihçilere bırakmayı" önerdikleri gibi ben de "siyaseti siyasetçilere bırakmayı" öneriyorum ve toplum olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeyi teklif ediyorum. Zira Ermenilerle en az acı hatıralar kadar güzel hatıralarla da dolu yüzyıllardır süren bir birlikteliğin dönüm noktası olan 1915'in parlamentolarda değil, kalplerde nasıl tanımlandığıyla ilgileniyorum. Teklifimi ise geçen sene soykırım yasa tasarısının Amerikan Senatosu'ndan geçip geçmeyeceği tartışılırken, Türkiyeli bir Ermeni entelektüel olan Hayko Bağdat'ın yaptığı çağrıyla dile getirmek istiyorum:
"Ermeniler Müslümanlardan ne ister?
Ölüme ve ölülerimize bakışımız derin teamüllere tâbidir biz Anadoluluların.
Kaidelerimize kıymet veririz.
En son Markar'ın Müslüman olan, rahmetli annesinin cenazesinde tekrar hissettim bu duyguları.
Usullerimiz, usulleriniz vardır birbirini pek andıran.
Müslümanlar saf tuttukları musalla taşının önünde helallik verirler son yolculuğunda kolaylık olsun diye kayıplarına.
Ona şahitlik ederler.
Yaşamına ve ölümüne tanıklık ederler.
Açılmış mezara onu indirmek için en yakını iner.
Toprağa elleriyle yerleştirir.
Tabutu taşımak için ite kaka birbirimizle didiştiğimiz gibi, içinde huzura kavuşacağına inandığımız toprağı üzerine örtmek için kürekleri de paylaşamaz oluruz.
Ölenin tüm yakınlarını da anar, garip bir huzurla ayrılırız oradan.
Yedisini, kırkını, senesini yapar, yasını tutar, normalleşir, her aklımıza düştüğünde rahmet okuruz onlara.
Bu toprakların usulsüzce gömülmüş yüz binlerce evladı için yapılabilecek son şey onları usulüne göre bir daha gömmek olacaktır.
Ruhlarını huzura kavuşturmak ve özgür bırakmak, üzerinde hayat kurmuş olan bizlere nasip olacaktır.
Vatanında yaşayamayan milyonlarca Anadolu sevdalısı 'en yakını' olarak mezara inmek üzere bizlere vekâlet vermiştir.
Ölülerimizi usulüne göre gömelim biz.
Obama, parlamentolar, diplomatlar veya vicdansızlar ne der bilmem gayrı.
Fakat vatanlarında yaşayamayan milyonlarca Anadolu sevdalısı Ermeni 'âmin' diyecektir, inan.
Allah kuvvet versin.
Allah kabul etsin."
Peki, "neden önce Müslümanlar?" diye soranları duyar gibiyim. Bunun iki sebebi var:
1. Osmanlı'nın yıkılış döneminde tebaa olan halk pek çok acı yaşadı. Ermeni tehciri ve bazı Ermeni çetelerinin işledikleri cinayetler bu acının birer parçası. Ancak Türkiyeli Müslümanlar bu acıdan büyük bir devlet doğurdu; uluslar arası kamuoyu nezdinde hem siyasî hem de ekonomik olarak yükselişte olan bir devlet. Bu sebeple, Türkiyeli Müslümanların dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilerden ve Türkiye'nin de Ermenistan'dan daha özgüvenli hareket etmesini beklemek bu kısırdöngüyü kırmak bağlamında bana daha doğru görünüyor. Ermeniler ve özellikle medyada şeytanlaştırılarak sunulan diasporadaki Ermeniler acılarını her gün onlara hatırlatan bir gurbette yaşamaya mahkûmlar. Bu yüzden geçmiş, onların yakasını hiç bırakmayacak, ta ki Türkiyeli Müslümanlar bu hususta esaslı bir ses verene kadar...
2. Müslüman olmak, mazlumun kimliğine bakmamayı gerektirir. Mazlumun kimliğine bakmamaksa, mazlumu, onunla aynı kimliği paylaşan zalimlere eşitlememeyi gerektirir. Öyleyse, 1915'te kadın-çocuk-ihtiyar demeden, Ermeni çeteleriyle hiçbir alakası bulunmayan esnaf, tüccar, sanatçı, vb. pek çok Ermeni'nin canına ve malına kast edilmesinin Müslümanlar nezdinde hiçbir geçerli açıklaması olamaz. Veda Hutbesi'nde can, mal ve namusun kutsallığını vurgulayan Hz. Peygamber'in ümmeti mazlumu zalimden ayırt etmekle mükelleftir, şartlar ve yaşanan acılar ne olursa olsun...
Fransa Meclisi'nin dün işlediği şerri hayra çevirmek bizim elimizde. Tam da şimdi "ne vicdan ne de tarih parlamentoların tekeline alınabilir" diye itiraz etmenin ve Hrant Dink'in 2006 yılında ifade ettiği güzel hayali gerçekleştirmenin zamanı. Yani önce Paris'e gidip "Ermeni soykırımı yoktur" diye haykırmanın ve ardından Ankara'ya gelip "Ermeni soykırımı vardır" demenin... Böylesi bir eylem, hem Türkiye, Ermenistan ve diasporadaki Ermeniler'in yüreğine dokunup onları harekete geçirecektir, hem de inisiyatifi siyasetçilerden topluma aktarmamıza vesile olacaktır. Var mısınız?
Yorum Yap