- 7.12.2014 00:00
"Bu büyük ve oldukça askerîleşmiş ülkede, ağır silahlı güvenlik güçleri, sivillere uyguladıkları şiddetten ötürü, genellikle hiç ceza almayacaklarını bilmenin rahatlığıyla caddelerde dolaşıyorlar. Ancak son haftalardaki bir olay toplumun öfkesini uyandırdı, uzun ve trajik bir ırkçı şiddet tarihi olan bu ülkede yeni bir fay hattı kırılmasına yol açtı.”
Slate’ten Joshua Keating, “Başka bir ülkede olsaydı Eric Garner vakasını Amerikan medyası nasıl görürdü?” başlıklı yazısına bu cümlelerle başlıyor. Üstelik söylediklerinde gerçekten de hiçbir mübalağa yok.
Orta yaşlı, iri bir adamı, beş polis durdurmuş. Adam siyah, polisler beyaz. Adamın iddia edilen suçu vergilendirilmemiş kaçak sigara satmak. Adam el kol hareketleriyle isyan ediyor ama memurlara karşı hiçbir saldırı girişimi yok, küfür de etmiyor. Sonra önce iki polis memuru, ardından diğerleri hep beraber adamı yere yatırıyorlar. Elleri kelepçelenirlen, bir polis memurunun da kolu adamın boynuna sıkı sıkıya dolanmış durumda. Adam “Nefes alamıyorum” diyor. Ve bunu tam 11 kez tekrarlıyor.
Nefes alamıyorum.
Nefes alamıyorum
Nefes alamıyorum.
Nefes alamıyorum.
Polisin kolu hâlâ boynunda, adam kelepçelenmiş olmasına rağmen…
Altı çocuk babası olan Eric Garner, 17 Temmuz’da, polisin mengenesi arasında gündüz vakti böyle can veriyor ve yaşanan her şey bir cep telefonu kamerasıyla kayıt altına alınıyor. En vahimi, adli tıp raporuna göre ölümüne sebep olan boğazından tutarak etkisiz hale getirme tekniği illegal olmasına rağmen bunu uygulayan polis memurunun dosyası, bu hafta başında, jüri kararıyla yargılanmasına gerek olmadığı gerekçesiyle kapatılıyor.
9 Ağustos günü de 18 yaşında bir genç, Michael Brown, bir hırsızlık olayının şüphelisi olduğu gerekçesiyle durdurulmuştu. Görgü tanıklarının ifadeleri muhtelif. Polis mi, Michael mi önce daha agresif davranmış, bilinmiyor. Bilinen tek şey, silahsız olan ve bir hafta sonra üniversiteye başlayacak olan Michael’a polisin 12 el ateş ettiği, bunların tam sekizinin Michael’in vücuduna isabet ettiği ve hayatını kaybettiği. Michael siyah, polis beyaz…
Bu polis memurunun dosyası da jüri tarafından yargılanmasına bile gerek olmadığı kararı verilerek kapatılıyor. Sokaklar karışıyor. Olağanüstü hal ilan ediliyor. Biri Washington Post, diğeri Huffington Post muhabiri iki gazetecinin de aralarında olduğu yüzlerce kişi tutuklanıyor. El Cezire muhabiri plastik mermiyle vuruluyor. 12 Ağustos günü başka bir gösterici daha hayatını kaybediyor. 27 Kasım’da, Michael’ı vuran polisin yargılanması talebini Vali reddedince halk yine sokaklara akın ediyor. Akıllarının bir köşesinde de 20 Kasım akşamı, yine siyahi bir genç olan Akai Gurley’in, yine silahsızken polis tarafından vurularak hayatını kaybetmiş olması ve 22 Kasım akşamı oyuncak silahıyla parkta oynayan Tamir Rice’ın olay yerine gelen polislerce anında vurulması sonucu hayatını kaybetmesi de var. Elbette yine kurbanlar siyah, polis beyaz.
Garner ve Brown ve ardından Gurley ve Rice, nerdeyse birer ay arayla, herhangi bir karışıklık içinde değil, sokak ortasında kendilerini durduran polisler tarafından öldürülen üç kişi. İlk ikisinin ölümünden ötürü, polis memurları dava bile edilemeyecek. Diğerlerinin davası görülecek mi, bilinmiyor.
Bu arada Amerikan devleti, göstericilere orantısız şiddetin her türlüsünü yaşatıyor. Bırakın olağanüstü hali, bir ara Ferguson üzerinde ‘uçuşa yasak bölge’ bile ilan edilmiş; göstericilerin uçaksavarı olmadığına göre, medya yukarıdan görüntü almadan polisler işlerini rahatça yapabilsin diye…
Türkiye’de polisin birebir müdahale ettiği durumlarda cinayet yaşanırsa, polisin kimliği tesbit edildiği takdirde, yargılanmama diye bir seçenek artık yok. Örneğin üzerine taşlar atılırken, havaya açtığı ateş sonucu Ethem Sarısülük’ü öldüren polisin 7 yıl 9 ay ceza aldığını biliyoruz. Ali İsmail Korkmaz’ı linç eden güruh da “kasten adam öldürme” suçundan yargılanıyor.
Elbette tüm bunlar Türkiye’deki polis uygulamalarının pirüpak olduğu ve yargılama aşamalarının mükemmel devam ettiği anlamına gelmiyor. Fakat en azından, Türkiye’deki adalet arayışlarını küçümseyerek Amerika’ya şikâyet edenlere bir şey anlatıyordur sanırım....
Yorum Yap