- 16.07.2014 00:00
İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarının yanı sıra kurulması muhtemel bir Filistin devletine ait olması gereken topraklarda da yaşayan 500.000 yasadışı yerleşimci İsrailli var. Ve İsrail'in uluslararası hukuku ezip geçerek uyguladığı bu işgalci politika İsrail'in eli bükülmediği müddetçe değişmeyecek. Netenyahu, son Gazze saldırısından daha birkaç gün önce dahi 1500 yasadışı yerleşimcinin Batı Şeria'ya yerleştirilmesini onaylamıştı. Bunlar olurken, her zamanki gibi bir yandan da 'barış' görüşmeleri devam ediyordu elbette.
Üstelik sorun sadece İsrail yönetimi de değil, İsrail halkının büyük çoğunluğunun zihniyeti. 2010'da Haaretz'in yayınladığı bir anket çalışmasının sonuçları bunu net biçimde ortaya koyuyor. Buna göre Batı Şeria'da yaşayan yasadışı yerleşimcilerin yüzde 21'i yerleşimleri terk etmemek adına İsrail devletine karşı silah kullanmak dahil her tür yola başvurmaları gerektiğine inanıyor.
Ayrıca yerleşimcilerin yüzde 54'ü hükümetin kendilerini yerleşimlerden çıkarmak hususundaki 'otorite'sini tanımıyor.
İsrail halkı referanduma gidip yerleşimlerin boşaltılması gerektiğine karar verse bile yasadışı yerleşimcilerin yüzde 36'sı bunu kabul etmeyeceklerini söylüyor. Kaldı ki referandum yapılsa bile yerleşimlerin boşaltılması noktasında İsrail halkının çoğunluğunun müspet cevap vereceği oldukça düşük bir ihtimal.
Mevcut durumda İsrail, apartheid rejiminin uygulandığı bir devlet ve İsrail halkının da bu rejime karşı güçlü bir ses çıkardığı vâki değil.
Şu tabloya bir bakın lütfen:
Yasadışı yerleşimciler, Filistinlilerden farklı bir altyapıya sahipler. Onlardan farklı olarak, yeni yapılmış otoyolları kullanıyorlar. Sayıları Filistinlilerden az olmasına rağmen İsrail onlara daha fazla su kullanma imkânı tanıyor. Gündelik hayatlarını, güvenlik güçlerince bölünmeden huzur içinde sürdürebiliyorlar.
Yasadışı yerleşimcilerin yaşadığı yerlerdeki Filistinlilerse günde defalarca kontrol noktalarından aranarak geçip işlerine gitmeye çalışıyorlar. Duvarları kurşun delikleriyle dolu apartmanlarda yaşıyorlar. Su tüketimi kısıtlı olduğundan yemyeşil bahçeleri olan yerleşimcilerin evlerine karşılık kurak bir hayat yaşıyorlar. İsrail'in yaptırdığı nöbetçi kuleleri tarafından devamlı gözetim altındalar. Evlerine her an İsrail askerlerinden oluşan bir grup gelip kamp kurabiliyor ve işgalci askerlerin her türlü isteğini karşılamak zorundalar. Hülasa, ayrı kanunları, ayrı evleri, ayrı yolları olan iki halktan bahsediyoruz ve yönetimde söz sahibi olan halkın çoğunluğu başından beri bu ayrımın sürmesini destekliyor.
Siyonist lobinin ABD yönetimi ve medyası üzerindeki etkisi olmasa apartheid gerçeği başka herhangi bir devlet için çoktan ilan edilmiş ve uluslararası baskı uygulanmaya başlanmıştı. 1967'den beri başa gelen her Amerikan başkanı yasadışı yerleşimlere karşı çıktı. İsrail hiçbirini dinlemedi ama Amerika milyarlarca dolar yardımını İsrail'den hiçbir zaman esirgemedi.
İsrail'in hakkının devlet olarak kalmak olduğunu savunanlar işgalini gün be gün 'siviller' eliyle sürdüren ve bunu durdurmaya da aslında pek niyeti olmayan bir devleti savunduklarının farkındalar mı? Siyonist vizyon –ki İsrail'de devlet söylemi olarak savunulur- hiçbir zaman Filistinlilerin devlet olma hakkını içermedi. Nobel Barış ödüllü İzak Rabin bile Oslo Barış Anlaşması sürecinde Filistinlilere hak olarak 'devletten az bir varlık' şeklinde tanımladığı kısıtlı otoriteyi savunmuştu.
Netanyahu Amerika'daki en güçlü Siyonist lobi olan AIPAC'in konferansında 'Bizim için Kudüs'ü inşa etmek Tel Aviv'i inşa etmek gibidir. Kudüs konusundaki politikamız 42 yıl öncekiyle aynıdır. Yahudiler 3000 yıl önce Kudüs'ü inşa ediyorlardı. Bugün de inşa ediyorlar. Kudüs bir yerleşim değil, bizim başkentimizdir' dedi. Yani iki devletli çözümün Doğu Kudüs'ü Filistinlilerin başkenti olarak takdim eden önerisini tanımadıklarını Amerika'da açıkça dile getirdi. Amerika'daki en güçlü Siyonist lobi AIPAC'in de bunun arkasında durduğu da bilinen bir gerçek.
Yani İsrail hiçbir zaman Filistinlilere yaşam hakkı tanımadı, bundan sonra da birdenbire elde edilen topraklardan vazgeçip 'insancıl' bir politika izlemeyecek. Bu yüzden İsrail devletinin meşru bir devlet olarak değil bir apartheid rejimi olarak tasdiki, barış içinde yaşayacak bir Arap-Yahudi toplumunun/devletinin kurulması için elzemdir.
Yorum Yap