- 8.12.2013 00:00
'Ben yalnız beyazların hakimiyetine karşı savaşmıyor, siyahların da hakimiyetine karşı savaşıyorum. Benim tek istediğim, herkesin eşit ve aynı haklara sahip olduğu, birlikte uyum içinde yaşayan bir toplumdur.'
Nelson Mandela
Güney Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Zuma'nın devlet televizyonundan duyurduğu gibi, Afrika en kıymetli evlâdını kaybetti. Nijerya, Gana, Uganda ve Kenya başta olmak üzere diğer Afrika ülkelerinin de üç günlük yas ilan etmesi bunu gösteriyor.
Mandela, kendi jenerasyonu içerisinde yüksek eğitim görme şansına kavuşan nadir gençlerdendi. Adaletsizlikle mücadele etmek için hukuk okudu, avukat oldu. Ama ülkesi sömürgeciler eliyle yönetiliyor, siyahlara değil vatandaş, insan muamelesi dahi çok görülüyordu. Ve hukuk üzerinden adalet arayışı netice vermiyordu.
21 Mart 1960 günü, pek çok Afrikalı gibi onun için de bir kırılma noktası olacaktı. O kara günde, apartheid rejiminin güvenlik güçleri, tam 69 sivil protestocuyu kurşuna dizdi. Tarihe Sharpeville Katliamı olarak geçen bu zulüm, Mandela'yı silahlı direnişin bir mecburiyet olduğuna ikna etmişti.
Katliam sonrası apartheid rejimi, BM tarafından kınandı ve İngiliz Milletler Topluluğu'ndan dışlandı. Bu arada rejim de öfkesini yine sivillerden çıkardı. Olağanüstü hal ilan edildi, toplam 18.000 kişi tutuklandı. En önemlisi Afrika Ulusal Kongresi kapatıldı. Bunun üzerine Kongre'nin silahlı kanadı 'Ulusun Mızrağı' harekete geçecekti.
Mandela, o dönemi, ünlü 'Ölmeye Hazırım' konuşmasında şöyle anlatır:
'Haziran 1961'in başında, Güney Afrika'nın durumu üzerine uzun bir değerlendirmeden sonra, ben ve bazı meslektaşlarım, şiddetin bu ülke için kaçınılmaz olduğu sonucuna varmıştık. Afrikalı liderlerin, hükümetin taleplerimize şiddetle karşılık verdiği bir ortamda barışı ve şiddetsizliği savunmasının gerçek dışı ve yanlış olduğu sonucuna varmıştık (...) Her ulusun hayatında, sadece iki seçeneğin kaldığı bir an gelir: Teslim olmak ya da direnmek. İşte o an Güney Afrika için gelmişti. Teslim olmayacak ve halkımızın savunması, geleceği ve özgürlüğü için var gücümüzle vuracaktık.'
Madun, sadece hakkı çiğnenen bir mağdur değil; aynı zamanda çiğnenen hakkını aramasının yolu hukukî, siyasî ve toplumsal olarak kapalı olandır. Madun, kendini temsil etmesinin, 'dile gelmesinin' imkânı elinden alınmış olandır. Maduniyet şartları da, haklı bulun veya bulmayın, Mandela ve arkadaşlarını bu yola yöneltmişti. Bu süre zarfında, içinde bebek ve kadınların da olduğu yüzlerce sivil ölümü yaşandı.
Ancak 27 yıl hapiste kalan Mandela, milletine gerektiğinde yaşamanın ve yaşatmanın önemini de hatırlatan kişi oldu. Daha önemlisi intikam yerine hatırlayarak affetmeyi öğretti. Onu 'Madiba' yapan, hapisten çıkarıp ülke başkanı haline getiren dinamik de buydu. (En nihayetinde daha 2008 yılına kadar ABD'nin terör listesinde olduğu için giriş yapamamış ama bugün ABD Başkanı tarafından 'ilham kaynağı' olarak nitelenen birisinden bahsettiğimizi unutmayalım.)
Mandela'nın vefâtının ardından beyazların söz sahibi olduğu muhalefetteki Demokratik İttifak Partisi lideri Helen Zille'nin bile 'Bugün Güney Afrika diye bir ulus varsa, o ulus varlığını Mandela'ya borçludur' diyerek bu gerçeği itiraf etmesi, Mandela'nın büyüklüğünün en sarih kanıtı olsa gerek… (İbrahim Tığlı'nın haberi-Dünya Bülteni)
Marifet ölmeye veya öldürmeye hazır olmaktansa, yaşamaya ve yaşatmaya hazır olmakta sanırım. Ne dersiniz?
Yorum Yap