- 3.03.2013 00:00
Ürdün izlenimlerimize devam ediyoruz.
Amman: Aynı İstanbul gibi, 'yedi tepeli' bir şehir olan Amman, aslında Ankara'yı daha çok andırıyor. Ankara kadar gri olmasa da 'devlet ağırlığı'nı hissettiren bir başkent. En önemli farkı, betonarme binalardan çok daha estetik görünen taş binaların çoğunlukta oluşu.
Kral'ın portresi: Nereye giderseniz gidin; ister bir devlet binası, ister bir otel ya da restoran; o üç çift göz hep üzerinizde. 'Kral'ın portresi, Kral'dır' sözü aklımızda…
Ortada mevcut Kral Abdullah, sağında müteveffa Kral Hüseyin ve solunda Kral'ın oğlu veliaht Hüseyin. Amman gibi gelişmiş ve kozmopolit şehirlerde, Kral, içten gülümsemesi, modern takım elbiseli görünümüyle bizi karşılarken, daha az gelişmiş şehirlerde başında kefiyesi, geleneksel kıyafetler içinde, ciddi bir yüz ifadesiyle siyah-beyaz karşımıza çıkıyor. Neyse ki dinimizde heykel, gayri İslâmî bulunuyor da, iş sadece resimlerde kalmış.
Mülteciler: Ürdün, bağımsızlığını ilan ettiği 1948 yılından bu yana mülteci akınına uğrayan bir ülke. Nüfusun belki de yarıdan fazlasını mülteciler oluşturuyor. Arap-İsrail savaşları, Lübnan iç savaşı, Körfez Savaşı ve Irak işgalinde olduğu gibi, Suriye'deki çatışmalardan ötürü de mülteci akını devam ediyor. Suriye'den gelen mülteci sayısı resmî rakamlara göre 402.000 olsa da gayri resmî rakamın bunun iki katı olduğu söyleniyor.
Suriye: Ürdün Devleti, Esed rejimine yönelik temkinli bir denge politikası yürütüyor. Özellikle Esed sonrası döneme ilişkin kaygılarının olduğu görülüyor. Yanı başlarında bir Irak ve hatta Afganistan görmek istemediklerini söyleyen devlet yetkilileri oldu. Ancak bu, hep böyle değildi. Örneğin, Kasım 2011'de, Esed'i koltuğunu bırakmaya çağıran ilk Arap lider Kral Abdullah olmuştu.
Medya: Ürdün'ün dört büyük gazetesinden biri olan El Ra'i'nin %51 hissesi ve El Düstur'un %33 hissesi hükümete ait. Devlet hissesi olmayanların da Kraliyet Enformasyon Ofisi tarafından arandığı, manşet veya yazılara karışıldığı iddiaları var. İnternet siteleri ve TV programları için de aynı kontrol mekanizmasının işlediği öne sürülüyor. Geri kalanı da otosansür hallediyordur sanırım.
Diziler: Ürdün'de kimle konuşsak, söz dönüp dolaşıp dizilere geliyor. Türkiye deyince hemen söze ya 'Fatma?' (bizdeki 'Fatmagül'ün suçu ne?') ya da 'Muhannad' (Kıvanç Tatlıtuğ'un 'Gümüş'teki rolünün adı) diye giriyorlar. Benim gibi dizi cahili birisine de ayrıca 'dizice' bilen bir tercüman gerekiyor elbette. En ilginciyse bizdeki 'Muhteşem Yüzyıl'ın oradaki ismi: 'Harem'ül Sultan', yani 'Sultanın Haremi'. Adamlar en azından dürüst davranmışlar, değil mi? Kanunî yönetimindeki Osmanlı'nın muhteşemliğinden çok haremde geçen bu diziye verilebilecek doğru isim de bu gerçekten.
Diziler, söylenildiğine göre Türkiye'nin imajını çok olumlu yönde etkiliyormuş ama şahsen dizilerimizde anlatılan hikâyelerin içeriğine beş dakika katlanamazken, o müthiş imaj nasıl ortaya çıkıyor, çözemedim tabii.
Gezelim, görelim: Ürdün'de gidip de görmeden gelmemeniz gereken iki başlıca yer var. İlki, bizim Lût Gölü, Arapların 'Bahr'ül meyyit' yani 'Ölü Deniz' dediği mevki. İçinde mikro organizmalar hariç hiçbir canlı yaşamayan, okyanusların 8 katı tuzlu ve dünyanın en çukur bölgesi olan Lût Gölü, eski Ahit'te Sodom ve Gomore halkı olarak anılan Hz. Lût'un kavminin helak olduğu yer. Lût Gölü'nü, hem ibret almak hem de 'helak' ile 'halak' arasındaki mesafenin bir harften daha uzak olduğunu müşahade etmek için görmek lazım.
Diğeriyse Petra Harabeleri. Hz. Musa'nın âsasını vurduğu yerden çıkan su kaynağını ve Hz. Harun'un mezarını da içeren, M.Ö. 400'de kurulan antik kentin kalıntılarını içeriyor. Aynı zamanda Kur'an'da anlatılan, taşlardan evler yontan Semud kavminin yaşadığı yer olduğuna inanılıyor. UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesi'nde ve dünyanın yedi harikası arasında yer alan, kireç taşlarına oyulmuş bu büyülü şehri de ziyaret etmek şart.
Yorum Yap