- 1.03.2013 00:00
Ürdün Devleti'nin davetlisi olarak, Türkiye'den bir gazeteci grubuyla beraber, beş günü Ürdün'de geçirdik. Başbakan'dan Kraliyet Ofisi Başkanı'na, Dışişleri Bakanı'ndan Meclis Başkanı'na kadar yönetim kademesindeki üst düzey pek çok yetkiliyle görüştük. Arap Uyanışı'yla beraber, Ürdün'ün geçirdiği reform sürecini gözlemlemek amacıyla yurt dışından davet edilen ilk gazeteci grubunun Türkiye'den seçilmiş olması ayrıca önemliydi.
Ürdün, ekonomik açıdan güçlük çeken bir ülke. Hemen hemen hiç öz kaynağı yok. Su ve enerji sıkıntısı var. Özellikle ABD ve Körfez ülkelerinden gelen dış destekle ayakta durabiliyor. Yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmış olduğundan, artık yardımlar da hibe olarak değil, projelendirilerek geliyor. Bütçe açığı ve dış borç yüksek olduğundan, geçtiğimiz aylarda IMF ile 2 milyar dolarlık bir stand by anlaşması imzalanmış. Bunun üzerine subvansiyonlar kaldırılmış ve özellikle akaryakıt ve ilgili ürünlere yüksek zam yapılmı. Halk sokakları doldurmuş. Kral, zamları dondurmuş. Meclis lağvedilmiş, geçici hükümet kurulmuş. Zamlar zaman içerisinde devam ettirilecek gibi görünüyor.
Burada, Ürdün Kralı Abdullah'ın vizyonundan da bahsetmek gerekiyor. Zira Kral, Arap Uyanışı'yla gelmekte olanı iyi anladığı için başından beri halkın taleplerinin meşru ve haklı olduğunu teslim etti. Göstericilere aşırı müdahaleye karşı çıktı. Bu yüzden, Ürdün'de olaylar, diğer Arap ülkelerinin aksine nerdeyse bir kişinin bile burnu kanamadan sona erdi. Yine de her Cuma namazı sonrası, birkaç bin kişinin katıldığı gösteriler devam ediyor.
Peki, hangi reformlar yapıldı? Öncelikle mevcut anayasanın 1/3'ü değiştirildi. İlk defa bağımsız bir seçim komisyonu kuruldu ve uluslararası kuruluşların gözlemlerine göre büyük ölçüde başarılı bir seçim yapıldı. Bireysel başvuru hakkı da tanıyan Anayasa Mahkemesi kuruldu. Siyasî partiler ve seçim yasasında değişiklik yapıldı. Kral Abdullah'ın yasama ve yürütme alanlarındaki yetkileri önemli ölçüde devam ettiğinden Ürdün'ün demokrasinin tesisine giden yolda önemli adımlar atmaya devam etmesi gerekiyor.
Özellikle seçimlerde bölgeler nüfus oranlarına göre temsil edilmediğinden, parlamentonun adil bir temsiliyete sahip olduğunu söylemek zor. Örneğin 2.000.000 nüfuslu başkent Amman'a mecliste 28 sandalye tanınırken, 300.000 nüfuslu Karak'a ise 11 sandalye tanınmış. Bu hesaba göre Amman'a en az 66 sandalye tanınması gerektiği düşünülürse, ne kadar haksız bir temsiliyet oranı uygulandığı sanırım anlaşılır. Sanırım haklı bir temsil olursa, hem Filistin asıllıların hem de Müslüman Kardeşler'in (ki bu iki unsur genelde birbirini dışlamıyor) yönetimde etkin söz sahibi olmasından endişe ediliyor. Bu yüzden Kral'a ve rejime 'sadık' seçmenlerin olduğu bölgelere daha çok sandalye ve temsil hakkı veriliyor.
Ürdün Müslüman Kardeşler'in kurduğu İslâmî Hareket Cephesi'nin seçimleri boykot etmesinin temel sebeplerinden birisi de bu seçim yasası. Boykot, seçimleri etkilemiş olsa da meşruiyetini tamamen sarsamamış görünüyor. Hz. Hasan'ın soyundan gelen Kral Abdullah'ın toplumda sempatisinin devam etmesi ve reform sürecine ilk günden destek vermesi, muhalif hareketlerin harareti yükseltmesini engelleyen etkenler olaraka görünüyor.
Görüştüğümüz pek çok devlet yetkilisi, Yeni Türkiye'nin, Yeni Ürdün için müspet bir örnek olduğunu söylediler. Bunu en açık dile getiren, şüphesiz Başbakan Abdullah Ensar'dı: 'Haşimi Krallığı olarak ağabeyimizi bölgeye getiren Türkiye'deki değişikliklere tanıklık etmekten dolayı çok mutluyuz. Biz bu durumu bölgede bir yer edinmeye çalışan dış güç olarak değil, Türkiye'nin akıllı ve stratejik değerlendirmesi olarak görüyoruz.' Ensar, ayrıca Erdoğan ve Gül'ün ortaya koymuş oldukları modeli yıllardır hararetle beklediklerini, İslâm'ın modernite ve demokrasiyle uyumlu olduğunu bu ikilinin tüm dünyaya gösterdiğini belirtti.
İnşallah devam edeceğiz.
Yorum Yap