- 8.10.2012 00:00
Evet, bu kadar açık ve net. Çünkü 28 Şubat, faillerinden birisinin adlandırdığı gibi 'post-modern'di; yani herhangi bir darbe değildi. 28 Şubat'ı özgün kılan koşulların başında da bu darbenin başarıya ulaşmasını sağlamada medyanın oynadığı başat rol geliyordu. Diğer darbe süreçlerinden farklı olarak, 28 Şubat'ta medya operasyonel zemini kendi elleriyle döşedi; askerî müdahaleye mündemiç ve etkin bir aktördü.
Geçtiğimiz sene Aralık ayında Ergun Babahan'ın 28 Şubat süreci üzerine kâleme aldığı bir yazısındaki sözlerini şöyle analiz etmiştim:
'Babahan, yazısına şöyle devam ediyor:
'Daha önce de yazdım, o dönem gazetecilerin askere hayır deme gücü yoktu (...) Gazete yöneticileri çıkarları kadar, kendi can güvenlikleri için de askerle işbirliği yapmak zorundaydı.'
Sizin de aklınıza İsrail'deki yargılamasında sadece kendisine söylenene itaat ettiğini, bir nevi 'emir kulu' olduğunu söyleyerek savunmasını veren Adolf Eichmann gelmedi mi? Elbette ne Babahan'ı ne de 28 Şubat sürecinde 'gözlerini kapayıp vazifesini yapan' diğer gazetecileri 'Nihai Çözüm'ün mimarlarından birisiyle kıyaslıyor değilim. Ancak Babahan'ın cümlelerindeki 'başka çare yoktu, emre itaat ettik' söyleminin ulaşabileceği ufku görmenin mühim olduğu kanaatindeyim. Eğer bu savunma biçimi Eichmann için geçerli olmadıysa, o dönemde askeriyeye hizmetlerini sunan medya patronları ve gazeteciler için de geçerli olmasa gerek...
Üstelik bu 'çaresizdim, mecburdum' tesellisi reel olarak da 28 Şubat'ın şartlarını yansıtmıyor. O dönem gazetecilik tarihimize adını altın harflerle yazdıran, andıçta adları geçen yazarlar da 'emir kulu' olmayı seçemezler miydi? Ölümle tehdit edilmelerine rağmen neden onlar bildikleri doğruları söylemekten geri durmadılar? Demek ki kariyer konformizminin ötesini görebilenler için 'başka çareler', 28 Şubat sürecinde de mevcutmuş. Dolayısıyla bu argümanın kendisi de Babahan'ı haklılaştırmaktan oldukça uzak görünüyor.'
Bugünlerde Aydın Doğan, Dinç Bilgin gibi medya patronlarıyla, Fatih Çekirge ve Ertuğrul Özkök gibi dönemin 'star' gazetecileri Meclis'teki Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda 'ifade veriyorlar'. Çekirge'nin , 'Erbakan dik dursaydı, desteklerdik' mealindeki sözlerinde ya da Emin Çölaşan ile Aydın Doğan arasında süren söz düellosunda olduğu gibi ortaya eğlenceli malzemeler de dökülmüyor değil hani. Ancak 28 Şubat süreciyle yüzleşmek hususunda bu 'ifadeler' bir anlam teşkil edecekse, o da mezkûr darbe sürecinin oluşmasında payı olan ve bu süreçten fayda elde edenlerin yargı önünde hesap vermesinin sağlanmasıdır.
İki bine yakın ordu mensubunun haksız yere işinden olmasına, sekiz bine yakın kişinin zorla emekli edilmesine, sayısı bilemediğimiz kadar çok olan başörtülü kadının eğitim ve çalışma hakkının gaspına, bir o kadar meslek lisesi öğrencisinin geleceklerinin katsayı adaletsizliğiyle elinden alınmasına, milyonlarca vatandaşın fişlenmesine, 'yeşil sermaye' adı altında binlerce emek sahibinin itibarsızlaştırılarak mağdur edilmesine sebep olmuş bir süreçten bahsediyoruz. Bu tabloya brifing adı altında aldığı talimatları ayakta alkışlayarak karşılayan yargı mensuplarının elinden çıkan kararlar neticesinde hapislerde sürünmek zorunda bırakılmış insanları da eklemek gerek.
Ve en önemlisi psikolojik harp teknikleriyle, patronları bankaları hortumlarken kamuoyunun gözlerini 'irtica tiyatrosu'na çevirenleri ya da kendi meslektaşlarını 'andıç' adı altında hedef gösterip işlerinden edenleri ve Akın Birdal suikastına sebep olanları da unutmamak lazım.
28 Şubat medya aktörlerinin yapıp ettikleri, Sarıkız ve Ayışığı planlanırken Özden Örnek'in 'darbe günlükleri'nde anlatılan Mustafa Balbay'ın yapıp ettiklerinden daha masum değildi. O yüzden 28 Şubat, süreç içerisindeki medyanın rolü hesaba katılmadan anlaşılacak ve yüzleşilecek bir darbe değildir.
Gazetecilerin değil, gazetecilik mesleğini ve medya patronluğunu kötüye kullanarak darbeye suç ortaklığı edenlerin yargılanmasını talep etmek gerekir.
Kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/28-subat-medyasi-yargilansin/34394
Yorum Yap