Ömer Laçiner: Afrin?

Afrin harekâtı daha başından birçok endişe verici riskler taşıdığı halde –şimdilik ses çıkarmamış olsalar da Suriye, Rusya ve

Ömer Laçiner: Afrin?
31.01.2018 - 06:02
1050

  Afrin harekâtı daha başından birçok endişe verici riskler taşıdığı halde –şimdilik ses çıkarmamış olsalar da Suriye, Rusya ve İran’ın pekâlâ bir noktada “yeter” diyebilecekleri, ABD ile iplerin tamamen kopması gibi ciddi ihtimallere rağmen– başta CHP olmak üzere muhalif seçmenin büyük kısmını temsil eden partiler tarafından koşulsuz desteklendi.

Bu desteğin samimiyetinden, en azından orta vadede kalıcı olduğundan da söz edilemezdi. Çünkü muhalefet partileri hükümetin ”Afrin harekâtı Türkiye Cumhuriyeti devleti için bir beka sorunudur, dolayısıyla zorunludur” görüşünü paylaştıkları gibi, harekâtın Afrin’den sonra Menbiç’e, oradan da diğer Kürt kantonlarını ezmeye kadar gitmesini de onaylıyorlardı. Suriye/Rusya hava sahasını kapatır, operasyonu durdurun, çekilin yoksa... derse veya ABD Menbiç ve diğer Kürt kantonları kırmızı çizgimizdir diye ilan ederse türünden yığınla sorunun cevabını sormadan ve böylece hükümete bu konularda karar inisiyatifi de vermiş olan tam teşekküllü bir destekti bu.

Aralarındaki bütün rekabete, çatışma konularına rağmen, bunları bir yana bırakarak hükümet için son derece hayati önem taşıyan bir konuda bir savaşa girme durumunda, muhalefetten böylesine tam bir destek gören bir iktidar, en fazla dikkat ve itina göstermelidir. Sağlanmış o mutabakat, destek zeminini korumak, muhalefetle daha da yakınlaşmak değil midir bu? Hele ortada iddia edildiği üzere bir “beka sorunu” varsa, bu titizlik askeri harekâtın başarısından bile önemli ve öncelikli bir amaç addedilmeli ise üstelik.

Peki de normal bir siyaset mantığı bunları gerektiriyorken; AKP iktidarının ve özellikle Erdoğan’ın tavrı, tutumu niçin bunun tam tersidir? CHP ve İYİ Parti’nin tam destek mesajlarına bizzat bir kuru teşekkürü bile çok gören; Afrin harekâtı ile ilgili olarak partililerine hamasi nutuklar atarken mutlaka bir punduna getirip özellikle CHP genel başkanına ağır ithamlarda bulunan, “ÖSO”nun bileşenleri ile ilgili zaten dillerde dolanan kaygıları ifade eden bir CHP’li yetkiliye “ulan ahlaksız” gibi açık hakaret deyimleriyle saldıran Erdoğan neden böyle davranıyor olabilir?

Aynı soruyu “savaşla sorunu çözemezsiniz” mealinde, hükümeti de doğrudan suçlamayan bir dille yazılmış bildirilerin imzacılarına karşı gösterilen gayet şiddetli tepki üzerinden de sorabiliriz. Sadece bir iki az tirajlı sol gazetede yayımlanan, iktidar ve merkez medyanın özetini dahi vermediği, buna mukabil iktidar medyasının ağır hakaretlerle ve bazı imzacıları açıkça hedef göstererek lanetler yağdırdığı o bildiriler –ortada büyük çoğunluğun desteği varken– pekâlâ görmezden gelinebilir, umursamaz bir tavır takınılabilirdi. Oysa iktidarın tüm medya aygıtının katıldığı gayet yüksek sesli bir lanetleme kampanyası açılmış. “İçimizdeki hainler”den herkes haberdar edilmişti. Bu bile Erdoğan için yeterli olmamış ki; bizzat devreye girip barış diyenlerin aslında “terör sevicisi” olduklarını ilan etme gereğini duyarken onlarla CHP’yi aynı kefeye koymayı da ihmal etmemiştir.

Sorumuzu hatırlatalım. Ve ekleyelim: Eğer bir hükümet, “ortada bir beka sorunu var” diyorsa ve mantıken bu sorunun çözümü için toplumun büyük çoğunluğunun desteğini almayı ve korumayı istemek durumunda ise; bu desteğin sağlanmış olmasından “rahatsız” olmuşçasına, sanki asıl istediği bu değilmişçesine davranıyorsa bunu nasıl yorumlayabiliriz?

Herhalde ancak iki şekilde. Ya ortada gerçekten, bir beka sorunu yoktur; yalan söylenmekte veya sorun çarpıtılmaktadır; ya da ortada bir “bütün” olarak devletin ve toplumun değil sadece “birilerinin” beka sorunu vardır ve “beka sorunu” adına girişilen şey, onların bu sorunlarını çözebilmek için kullandıkları bir araçtır sadece.

Ortada beka sorunu olarak görülmesi zorunlu bir durum yoktur ama AKP iktidarı durumun böyle görülmesi için gerçekliği kendi kısa vadeli çıkar hesapları doğrultusunda eğip bükmektedir diye özetlenebilecek yorumu savunacak olanlar şu noktalara dikkat çekeceklerdir: Suriye’deki üç Kürt kantonu dört beş yıldır var ve bunun ilk iki-üç yılında “beka sorunu” olarak görülmek şöyle dursun, T.C. devletinin Suriye-Ortadoğu politikasında bir koz/fırsat olarak bile görülebiliyordu. Kantonlar o sıralarda da PKK-PYD hegemonyasında idi ve temsilcileri Ankara’da ağırlanıp, görüşmeler, pazarlıklar yapılabiliyor idi.

O zamandan şimdiye iki çok önemli değişim oldu elbette. Birincisi o zamanlar AKP’nin “barış süreci” adını verdiği bir politika izlemesi, iki-üç yıl önce ise bunun tam tersi bir politikaya dönüp 1990’lı yıllardan çok daha sert bir bastırma politikasını yürürlüğe koymuş olmasıdır. Bu değişikliği PKK’nın süreci kötüye kullanmasına, kasten sabote etmesine mi bağlamalı yoksa AKP iktidarının o süreçten umduğu kısa vadeli seçim kârını elde edemediğini görmesine mi tartışmasına girmek gerekmiyor burada. Çünkü asli sorunluluğu PKK’ya yüklesek bile, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Kürtleri tüm Ortadoğu planında Türkiye ile entegre bir davranış, daha ötesi varoluş perspektifine ikna gibi gayet hayati önemde bir amaca hizmet edebilecek bir barış politikasını tamamen terk etmek yerine, o politikayı PKK’ya rağmen, onu izole edecek biçimde yürütmenin yollarını bulması gerekirdi diyebiliriz.

İkinci değişim, ABD’nin özellikle Kuzey Suriye’deki Kürt kantonlarının “hami”si rolüyle devreye girmesidir. ABD’nin bu bölgede küçük çapta da olsa birçok üs kurması, 50 bin kişilik bir orduyu donatacak ağır silah, mühimmat ve gereci nakletmesi, bu tahkimatı devam ettireceğini ilan etmesi ve bütün bunları Türkiye Cumhuriyeti devletinin giderek sertleşen ikazlarına rağmen yapması elbette çok ciddi bir faktördür.

AKP hükümetinin Kürt, Suriye ve genelde Ortadoğu’ya ilişkin politikalarını ne denli yanlış buluyor ve eleştiriyor olsak da, Onun ABD’nin bu tarz bir “konumlanışı”nı bir beka sorunu olarak görmesine yanlış diyemeyiz. Kaldı ki bu düzeyde olmasa bile bölgenin tüm devlet ve toplumları için ABD’nin bu konumlanışı çok ciddi bir tehdit/tehlikedir. Ve Kürtler de dâhil hiçbirine –hatta kısa vadede dahi– iyiliğinin dokunması bile mümkün değildir. ABD’nin yüz yıllık müdahale-müdahil olma sicili bunu apaçık gösterir. Kaldı ki ABD’nin başında Trump gibi birinin olması o sicile berbat bir ekin yapılacağının da “güvencesi”dir.

Ne var ki; ortada gerçekten “beka sorunu” denilebilecek bir durum var ise de AKP iktidarı bunu ABD’nin konumlanışı nedeniyle doğan bir sorun olarak değil; PKK-PYD’den dolayı, orada Kürt kantonlarının teşekkülünden dolayı doğmuş bir sorun olarak tanımlıyor.

Çarpıtmadır bu. Çünkü; o kantonların 50 bin kişilik ordusu, kendi başına bölgenin en güçlü ordularından birine sahip Türkiye için evet bir sorun olabilir ama çatışma halinde çok da zorlanmadan baş edebileceği bir sorundur. Oysa aynı ordu 5 bin kişilik olsa ama ABD size rağmen “ben bu gücün hamisiyim” diyorsa, beka sorunu ile karşı karşıyasınızdır çünkü karşınızda ABD’dir konuşlanan.

Dolayısıyla, riyakârca değil dürüstçe konuşacaksak beka sorunundan bahsediyorsak ABD’den bahsedeceğiz. Eğer şu veya bu sebepten dolayı bu asli faktörden değil, ikincil unsurdan bahsediyor, onu neredeyse, şeytanileştirerek yaptığınız çarpıtmayı örtmeye çalışıyor iseniz, büyük töhmet altındasınız demektir.

Kaldı ki daha da vahim bir boyutu var durumun. Kolaylıkla hatırlanacağı üzere AKP yönetimi, özellikle Trump’ın işbaşına geçişinden itibaren uzunca bir dönem ABD’nin Kürt kantonlarıyla, PYD ile başlamış işbirliğini sonlandırıp kendisiyle “iş tutması” için uğraşıp durmuştu. Bu ise onun ABD’nin bölgede konumlanışını; değil ciddi bir sorun, kendisi ve bölge için bir tehdit/tehlike olarak görmek; aksine bir fırsat/çıkar kapısı saydığının yeterli kanıtıdır. AKP medyasında yazılanların ve Reis’inin nutuklarının satır aralarında hâlâ bu kapının kollandığını grömek zor değildir üstelik.

Bu durumda Afrin harekâtı ABD’yi o kapıyı aralamaya zorlamak için yapılmış taktik amaçlı bir hamle midir diye sormamız gerekiyor. Ortadoğu’da her neyi planlıyorsa bunu Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail’in desteğiyle ve onların çıkarlarını da kollayarak icra pozisyonunda olan ABD’nin, bu devletlerle “sorunlu” bir Türkiye yönetiminin taleplerine kulak asmama tavrını sürdürmesi halinde, Suriye’ye girmiş bir Türkiye batağa saplanmış gibi olmayacak mıdır?
 

***

 

ABD’nin AKP hükümeti ile Suriye ve genelde Ortadoğu’da ortak hareket etmekten niçin/neden uzaklaştığını tam anlamıyla bilemeyiz. Ama bu gayet ciddi tavır değişikliğinin öğeleri herhalde Suriye iç savaşının arefesinde ve ilk üç yılı boyunca devam etmiş olan ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-BAE ilişkileri içinde oluşmuş olmalıdır. Bu işbirliği döneminin sonunda Suudi Arabistan, Mısır ve BAE ile de arası bozulan AKP yönetiminin AB, Rusya, İran ile de orta vadeli bir işbirliği yapacak kadar iyi ilişkileri olmadığı bilindiğine göre; bu “yalnızlaşmış” haliyle Afrin’den öteye gidebilmesi şu anda kesinlikle mümkün değildir.

AKP yönetiminin, satranca en fazla benzeyen dış politika alanında, acemi bir oyuncu, dahası bir tavla oyuncusu yaklaşımıyla davrandığını çeşitli vesilelerle birçok kez söylemiş idik. Ama aynı şeyi, çıkarları ve amaçları farklı, birçok noktada da çelişik olan bölgenin diğer aktörleri, örneğin İran ve Rusya için kesinlikle söyleyemeyiz. Ekonomik ve askerî gücüne kıyasla dış politika mahareti ve ferasetinin düşük olduğu zaten bilinen ABD’nin şu an bölgeye/Suriye’ye ilişkin politikası belirsizlik ve kararsızlık alametleri ile yüklü ise de; bir “süpergüç” oluşunun “rantı” ile yine de etkin bir faktör konumundadır.

Suriye’de iç savaşın sona ermekte olup, gündemin ilk maddesinin “Suriye’de kurulacak düzen” olmaya başladığı bir döneme girilmişken, birlikte hareket edecekleri anlaşılan ABD-İsrail-Suudi Arabistan-Mısır cephesi ile Rusya ve İran’ın bu yeni döneme ilişkin “hamle”lerinin hazırlıkları ile uğraşmaları normal. AKP yönetiminin Afrin harekâtını bu hazırlık döneminin yarattığı boşluktan yararlanarak yaptığı, asıl hamlelerini yapmak için en erken şubat ortalarını bekleyen başlıca aktörlerin bu nedenle tepki göstermeyi “erteledikleri” söylenebilir.

Ama bahsettiğimiz başlıca aktörler Ortadoğu-Suriye satrancının yeni faslı için hamlelerine başladıklarında bu durum, yakında kesinlikle değişecektir. Türkiye’nin dış politikasını yönetenler tüm tescilli öngörüsüzlüklerine, liyakat eksikliklerine rağmen bunu görmüyor ve hesaplamamış olamazlar. Şu anda attıkları hamasi nutuklar tavan yapıyor olsa da önümüzdeki haftalarda sürecin öyle “Afrin’i temizler, Menbiç’e dayanırız, ABD’ye çekil önümüzden deriz, çekilmezse kendi bilir; başlamışken Irak sınırına kadar gideriz” retoriğine uyarlı yürümeyeceğini, bir noktada bir biçimde durdurulacaklarını da mutlaka görmüş olmalıdırlar.

Bu durdurulma ABD’nin Menbiç’te vereceği ve AKP yönetiminin “yedi düveli dize getirdik” diye iç kamuoyuna sunacağı küçük tavizler karşılığında mı olur; yoksa tevili bile mümkün olmayan bir geri çekilme mecburiyetiyle mi?

Bilemiyoruz. Ama ilki olursa AKP yedekçisi MHP ile önümüzdeki seçimleri kazanmayı garantilediğini düşünerek epeyce rahatlayabilir. Ama ikincisi olursa AKP’nin bu bozgun/fiyaskonun faturasını kendi ödemek yerine, tüm topluma ödetmeye kararlı olduğu anlaşılıyor. Eğer şimdi AKP yönetiminin kendi başına karar verip başlattığı Afrin harekâtına tam destek verdiğini ilan etmiş muhalif partiler ve özellikle CHP, bu desteğine rağmen olur olmaz her vesileyle “vatan haini” demenin sınırlarında gezinen ithamlara maruz kalıyorsa nedeni buradadır. Bozgun-fiyasko halinde fail olarak gösterilmek, “sırtımızdan hançerleyenler”, “düşmanlarımızın içimizdeki uzantıları” diye hedef gösterilmek için.

Umalım ki bir mucize olsun ve Türkiye bu “kırk katır mı kırk satır mı” açmazına düşmesin.

BİRİKİM

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums