Cengiz Algan: 15 Temmuz ve Yenikapı: Toplumsal özgüven inşasında zirve

Ancak 15 Temmuz gecesi bambaşka bir şey oldu. Aşağı yukarı iki asırdır Batı karşısında ezik,

Cengiz Algan: 15 Temmuz ve Yenikapı: Toplumsal özgüven inşasında zirve
21.08.2016 - 20:04
1768

 ABD’nin eski Ankara büyükelçisi James Jeffry, birkaç gün önce Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e bir röportaj verdi (http://www.hurriyet.com.tr/abdnin-eski-ankara-buyukelcisi-james-jeffrey-emareler-onu-isaret-ediyor-40194019?utm_source=t.co&utm_medium=post). Jeffry, 15 Temmuz darbe girişimini “trajedi ve içsavaşa yakın bir şey” olarak değerlendiriyor. ABD’nin ve genel olarak Batı’nın Erdoğan’a bakışını ve darbe girişimine rağmen neden hükümete çok daha net destek vermekten kaçındığını da şu sözlerle anlatıyor:

“Erdoğan Washington’da sevilmiyor. Erdoğan Avrupa’da da sevilmiyor. Otoriter görülüyor ve iyi bir oyuncu olmadığı düşüncesi hâkim. Batı daha önce Erdoğan’dan daha otoriter olan çok liderle muhatap oldu, olmaya da devam ediyor. Ama fark şu; Suudlar, Mısırlılar – lisanımı maruz görün – her koşulda bize yaltaklanıyor. F-16’ları, müttefiklik ilişkilerini falan düşünerek bizimle aynı değerleri paylaşıyormuş gibi yapıyorlar. Erdoğan ise bizimle çatışıyor, çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor, dostumuz olmaya çalışmıyor. Ondan daha otoriter liderler ise dostumuzmuş gibi poz yapmakta beis görmüyor. Çok yakın zamana kadar Putin bile böyle davranıyordu. Erdoğan Washington’da bu yüzden sevilmiyor. Biliyorum hiç adil bir durum değil.”

“Bazı Doğu Asya ve Arap ülkelerinin yaptığı gibi bize yaltaklansanız, özgürlükçüymüş gibi davransanız böyle olmayacak. Oysa Erdoğan gibi yüzümüze karşı çatışmacı bir üslup tercih ediyorsanız insanlar size sempatiyle bakmayacaktır. Bu çok yanlış. Ben ülkemin bu tutumunu eleştiriyorum. Bundan nefret ediyorum.”

Özetle “bizim üstünlüğümüzü kabul edip bize yaltaklansanız sorunlar biter” diyor. Kabul edelim ki Jeffry açık sözlü konuşmuş. Fakat onun ‘sorunların çözümü’ olarak gördüğü şeyin tam tersi, son 15 yılda Türkiye toplumunun özgüveninin inşa edildiği zemini oluşturuyor. Çünkü Türkiye, son 15 yıldır, uluslararası ilişkilerinde, direktiflerle istikamet çizilen ülke değil, eşit muhatap kabul edilen ülke olmanın çıkışlarını arıyor. Bunu da Erdoğan liderliğindeki AK Parti iktidarlarının siyaseti sayesinde yürütebiliyor.

Kısaca hatırlayalım. 3 Kasım 2002’de AK Parti’nin %34 oyla tek başına iktidara geldiği seçimler öncesi Türkiye, uzun yıllardır koalisyon hükümetleriyle yönetilen, ekonomisi çökmüş, borç ve faiz batağında boğulmakta olan bir ülkeydi. Susurluk skandalıyla ortaya çıkan devletin yozlaşmış yapısı üzerine, bir de “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat darbesini yaşamıştı. Hiçbir derde deva olamayan kısa ömürlü koalisyon hükümetleri, siyasi alana güvensizliği had safhaya yükseltmişti.

2001 ekonomik krizinin ardından gidilen seçimlerde ise geleneksel siyasetin bütün aktörleri siyasi arenadan silinip gittiler. Meclise yalnızca 80 yıllık (ama bir önceki seçimde barajı aşamamış) CHP ve yeni kurulmuş AK Parti girebildi. AK Parti daha girdiği ilk seçimde anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde etti ve hızla reformlara girişti.

Çok geçmeden, 2007’de askerden muhtıra yedi fakat derhal cevabını vererek dik durmayı becerdi ve bu sayede birkaç ay erkene alınan seçimlerde mükâfatını gördü. Bir yıl sonra açılan kapatma davasından ise AYM’de bir oyla kurtuldu. 2009’a geldiğimizde AK Parti’nin önüne bu kez de cumhurbaşkanlığı krizi çıkarıldı. Aynı yıl Erdoğan Davos’ta İsrail’e karşı meşhur “One minute” çıkışını yaptı. Bu hem kendisine hem de İslam alemine büyük bir onur ve prestij kazandırdı. Ortadoğu’daki tüm sokak gösterilerinde Erdoğan posterleri ve Türk bayrakları görülmeye başlandı.

2013 yılı da dönüm noktalarından biriydi. Türkiye, ilk kez 1961’de stand-by anlaşması imzaladığı IMF ile arasıra kesilse de yarım yüzyıldan fazla süren ekonomik bağımlılık ilişkisine son verdi. 14 Mayıs 2013’te IMF’ye borcun son taksiti ödendi. Bu sembolik bir tarihti. Türkiye’nin ilk demokratik seçimi olan ve Menderes’i iktidara taşıyan 14 Mayıs 1950 seçimlerinin yıldönümüydü. Buna cevap 13 gün sonra, yine sembolik bir tarihte geldi: Menderes’in devrildiği 27 Mayıs (1960) darbesinin yıldönümünde Gezi ayaklanması başladı. Erdoğan artık ‘diktatör’ ve Gezi’de ölenlerden dolayı ‘katil’ ilan edilmişti. Aynı yılın sonundaki 17-25 Aralık operasyonlarıyla da ‘hırsız’ yaftası eklendi.

2013 aynı zamanda Çözüm Süreci’nin başladığı yıldı. Her adımında, her türlü saldırıya ve itibarsızlaşmaya çalışılan süreç 2,5 yılın sonunda çöktü. Bu süre boyunca, FETÖ’nün de desteğini alarak ülke içine yığınak yapan PKK’nın ağır saldırıları gelmeye başladı. Hendek veya şehir savaşları eliyle bir yandan Kürt şehirleri yakıp yıkılırken, bir yandan da dünyaya“Erdoğan Kürtleri öldürüyor, savaş suçları mahkemesinde yargılanmalı” algısı yayıldı.

Bu arada Erdoğan, halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu. Ancak başta Batı basını olmak üzere, Ortadoğu’da devrilen bütün devlet başkanlarına yapıştırılan ‘diktatör’ etiketi işlenmeye devam etti, ediyor. Sırf bu imajı yaratmak için, Beştepe Külliyesi’ndeki klozetlerin altın olduğu yalanları bile nasıl aylarca gündemde tutuldu, hatırlayalım.

Tüm bu süreçlerde, aslen dindarların oluşturduğu, merkezden daima uzak tutulmuş AK Parti tabanı, partisine (ama asıl olarak da liderine) yalnızca seçimlerde oy vererek ve kritik dönemlerde çağrıldıkları mitinglere (Örneğin Gezi sonrası Yenikapı) katılarak, daha ziyade ‘pasif’ destek oluyordu.

Ancak 15 Temmuz gecesi bambaşka bir şey oldu. Aşağı yukarı iki asırdır Batı karşısında ezik, aşağılanmış ve bastırılmış tutulan Anadolu halkı, tankları görür görmez, hiç tereddütsüz sokağa atıldı ve dünya demokrasi tarihine yazılacak bir gözü peklikle darbeyi durdurdu. Hem de silaha ve şiddete hiç elini bulaştırmadan. İşte bu an toplumsal özgüvenin zirveye ulaştığı andı.

Korkak, pısırık, her darbede sinen, makarna karşılığı oy veren, ‘Anadolu çomarları’ dedikleri, hatta bu nedenlerle darbede sessiz kalacağına kesin gözüyle bakılan halkı bu kadar korkusuzca sokağa döken temel motivasyon kazandığı özgüvendir. Elbette eski darbelerin hafızası, 15 yılda elde edilen kazanımların korunması vb refleksler de önemli ama bu özgüven olmasaydı darbenin bu kadar kolay bastırılabileceğini hiç sanmıyorum.

Erdoğan bu özgüveni yıllar içinde ilmek ilmek, tuğla tuğla ören aktör oldu. Merkeze yerleşmeye başlayan Anadolu halkı önce kendi baskıcı devleti karşısında, sonra da oryantalist Batı karşısında başını dik tutabileceğini görmüştü. Erdoğan’ın “Biz bu millete efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya gedik” sözüne “Dik dur eğilme, bu millet seninle” diyerek cevap verdi ve bunu da kanıtladı. Türkiye’nin elitleri Erdoğan’ı ve temsil ettiği tabanı aşağılar, alay ederken, o örneğin muhtarları Külliye’de toplayarak, toplumun hücrelerine kadar temas kuruyor ve onlara hak ettikleri itibarı iade ediyordu.

15 Temmuz sonrası sokaklarda tutulan demokrasi nöbetleri bu tabanın daha da kenetlenmesini ve hatta başka partilerin tabanından ama sokağa çıkanlarla benzer sınıflardan olanların da cepheye eklenmesini sağladı. Nihayet 7 Ağustos Yenikapı mitingi, Türkiye tarihinde (ve sanırım dünya tarihinde de) görülmemiş büyüklüğüyle bu zirveye bayrağı dikmenin simgesi oldu. Erdoğan’ın sadece büyük bir siyaset ustası değil, büyük bir özgüven inşacısı da olduğu 15 Temmuz ve Yenikapı ile tescillenip tarihe kaydedilmiş oldu.  

SERBESTİYET

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums