- 15.04.2018 00:00
Bu güne kadar Kürtlere akıl veren çok “Beyaz Türk” oldu.
Çoğu iyi niyetliydi gerçi.
Hem Kürt partilerine oy verip hem de toplantılarına, televizyonlarına konuk oldular.
Kürtler durmadan öldürülüyor, tutsak ediliyor, baskı görüyordu neticede ve entelektüel sorumluluk bir halkın hakkını gasp edenlere karşı durmayı gerektiriyordu.
Ama bazen Kürt halkının dostları, Kürtler hala öldürülürken “ay ben bile böyle yaptığınız için sizi savunamaz oldum” gibi cümleler kurdu.
Bu bakış, yani “ben bile” meselesi Kürtler nezdinde haklı bir eleştiri görmeye başladı.
Son toplamda, toplumda “ulan bizi öldürüyorlar, sen kimsin ki ‘ben bile’ diyorsun” diye özetlenecek bir öfke yarattı.
Kemalist olup da ilk fırsatta Altı Ok’un güvenli gölgesine kaçan eski Kürt dostlarından bahsetmiyorum bile.
Neticede üç-beş terör örgütü üyeliğinden müebbet yiyen, ya da hala her gün medya kanallarına ulaşabilme imkanı olan Atatürk’ün askerleri Afrin için ağzını açamadı.
Açsa da “Türk Ordusu orada işgalcidir” diyemedi.
Kürtler, bütün bunlar karşısında “Kürtlere akıl veren aydın” tiplemesini karikatürize etti.
Bütün bunları yazma sebebim, birazdan sizleri ikna etmek için karalayacağım öngörülerimi okurken beni o karikatür tiplere benzetmemenizi sağlamak.
İkna olmanız için “ben zaten Beyaz Türk, Kemalist falan değilim, Ermeni’yim” kozumu dahi kullanmak isterim...
Meşrutiyet, üzerinde yeterince konuştuğumuz bir dönem değildir bence.
İttihat ve Terakki de öyle.
Oysa memleketin o tarihine kadar rastlanılan en ileri dönem meşrutiyet, en ilerici parti ise İttihat ve Terakki’dir.
Yüzlerce yıllık güç ve iktidar erkinin toplumsal kesimlerle paylaşılması az buz iş değildir hani.
Peki İttihat ve Terakki, Osmanlı tebaası kesimleri “Eski Devlet” in yıkılması ve nispeten bir demokrasi inşası için nasıl ikna etti?
Yani Konya’daki, Trabzon’daki, Sivas’taki, Selanik’teki ya da Van’daki vatandaş “evet, Padişah artık çok oldu. Başlarım onun Halifeliğine de. Demokrasi elzemdir. Hadi en azından meşrutiyete geçelim artık” kafasına nasıl geldi?
İttihat ve Terakki Partisi’nin işlettiği darbe mekaniği sayesinde mecbur mu kaldı kalabalıklar demokrasiye? Haberleri mi olmadı Bab-ı Ali’deki gelişmelerden, gazete mi yoktu?
Hayır...
İttihat ve Terakki, “Eski Devlet” in en çok mağdur ettiği kesimlerle çalıştığı için böyle oldu. Çok fazla halk veya örgüt ismi sayabilirim size.
İttihat ve Terakki’nin, Abdülhamit istibdatına kıyasla yumuşattığı baskıya ikna olan, destek veren çok büyük bir aydın kesimden bahsedebilirim.
Fakat bunlardan özellikle bir tanesi hayati önem taşıyordu: “Taşnaksutyun Partisi”.
Yani şimdilerde “Taşnak Ermeni Çeteleri” dediğiniz parti.
Ermeniler Eski Devlet’ten çok çekmişti ve kimlik hakları, güvenlik, eşitlik, eğitim, öz yönetim gibi haklar büyük bir talep haline gelmişti.
Parti, Anadolu’da en örgütlü siyasi yapıydı.
Zaten vekilleri, bakanları, bürokratları, iş insanları falan açıkça bu legal partinin üyesiydi.
Laf aramızda dönemin Ermenileri üç siyasi partiyle temsil edilen, sadece Van’da 24 tane kolej ayarında okul sahibi, devlet yönetiminden medyaya, edebi hayattan diplomasiye bugünkü Kürt siyasi hareketi veya Kürdistan coğrafyasındaki kültürel hayata beş çekerdi.
Bunları dinlerken meselenin gidişatından huylanan Kürt dostların “BİZ 1915 ERMENİLERİ GİBİ DEĞİLİZ” dediğini çok duydum.
Kötü haber şu ki siyasi, askeri, diplomatik, örgütlülük, yazım vb gibi alanlarda 1915 dönemi Ermenilerinin yakınına bile yaklaşamadı Kürtler halen.
Bunları “hava atmak” için yazmıyorum, vallahi ondan yazmıyorum. Durumu bilin istiyorum.
Ez cümle, halkların örgütlü gücü “Eski Devlet”i yendi ve Meşrutiyet “İttihat ve Terkki” ve “Taşnaksutyun” partilerinin öncülüğünde ilan edildi.
Talat Paşa ile Krikor Zohrab, aynı masalarda memleketi kurtarmak için sohbetler etti yani.
Ta ki İttihat ve Terakki tam anlamıyla gücü elde edip devletin tüm mekanizmalarını işgal edene kadar...
Üç Ermeni vekil, o dönemde, Krikor Zohrab’ın Büyükada'daki evinde bir araya geldiler.
Mevzu, malum…
Aralarında bir anket yapmaya karar verdiler. Balkan Harbi’nden yorgun çıkan ordu 1. Cihan Harbi’ne girmişti.
Ermeniler, hala isyan etmemiş son kalabalık Hıristiyan halktı.
Türkler ve Kürtler ile birlikte, aynı vatanda ve fakat artık eşit vatandaş olarak yaşamaya ikna olmuşlardı.
Ankette memleket meseleleri hakkında öngörü soruları vardı.
Doğu’da Kürt çetelerinin tarumar ettiği Ermeni yerleşkelerinden “öz savunma” birliklerinin kurulduğu, bazı Ermeni gruplarının bu katliamlar sonrası bağımsızlık veya özerklik için davrandığı, silah buldukları haberleri geliyordu.
Üstelik Ermeni katliamlarının yaşandığı bölgelere giden heyetlerde yer alan Ermeni mebuslar, katliamı İttihat ve Terakki’nin planladığına dair delilleri gördükçe inanmak istemiyorlardı.
Eski Devlet gerilemişti işte. Niye hala Ermeniler öldürülsündü ki?
Anketteki bir soru, bu meselelerle ilişkiliydi:
“Ermenilere Ne Olacak?”
Bir mebus: “Eşit ve onurlu bir hayata kavuşacağız. Beraber kurduk bu ülkeyi neticede” demişti galiba.
Diğer mebus da şartların Ermenilerin aleyhine bir daha dönmeyeceğini belirtti.
Sonuncusu, arkadaşlarıyla aynı düşünmüyordu.
Yaşanılan bütün emareleri alt alta koyunca paniğe kapıldı.
Savaş şartlarında uzun süredir ölü sayısı önemini kaybetmişti.
Evet, Batı bu olayın içindeydi ve büyük bir vahşet olursa müdahale edeceğini açıkça beyan etmişti.
Fakat çok fazla yer değiştirme, katliam, baskı haberi vardı ve İttihat ve Terakki’ye artık yeterince güvenmiyordu.
“Soyumuzu kurutacak bunlar, katliama hazırlanıyorlar” gibi bir şeyler yazdı kağıda. Yazdığından kendi de ürpermişti...
Beni, hikayedeki üç iyi insandan biri gibi düşünürseniz, biraz iç sıkıcı olan bu yazıya devam edeceğim.
Üç fikir de önemliydi çünkü.
Haftaya “Kürtlere Ne Olacak 2”...
Fazla yerim yok, buradan Zohrab’ın hikayesine bir göz atın derim.
Yorum Yap