- 29.10.2013 00:00
Alamanya acı vatan.
İnsanın en vahşileştiği, vicdanların öldüğü, şehirlerde taş üstünde taş kalmadığı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra işçi diye gurbete giden Türkiyelilerin dramatik öyküsünün evidir Almanya.
Bir deliliğin enkazını kaldırmaya gitti milyonlar.
“Deutsche Mark” için yaban ellerde geçen ömürlerin hikâyesini bıraktılar bizlere.
Bizim Ahmet Emmi de onlardan biri.
1960’larda giden ilk işçi kafilelerinden.
Sivas’ın Zara ilçesinden çıkıp, İstanbul’a şöyle bir uğrayıp ver elini Almanya diyerek bir tersanede kaynakçı olarak bulmuş kendini.
Bekâr lojmanlarında birbirine sığınmış insanların, ekmeklerini paylaştığı, aynı dili konuşan herkesin birbirini kardeş bellediği, yorgun iş dönüşlerinde sadece memleket hasretini konuşacak kadar takatlerinin kaldığı zor günler başlayıvermiş.
Memleket anlatmışlar her gece.
Sivas’ı, Konya’yı, Bursa’yı, Mardin’i konuşmuşlar.
Şehirlerinin güzelliklerini yarıştırmışlar.
Ailelerini konuşmuşlar.
Çocuklarını, eşlerini, dayılarını, amcalarını ezbere bilir olmuşlar birbirlerinin.
Bizim Ahmet Emmi hayatı orada kurmuş.
Üç çocuğu olmuş.
İki kız bir erkek.
Hepsini evlendirmiş.
Hatta oğul Burak, gelip memleketten kız almış. Düğünü de âdetlerine göre memlekette yapıp öyle gitmişler Almanya’ya.
Gelinin adı Siranuş.
Almanya’da bütün komşular merak içinde tabii.
Yemeğe Bismillah diye başlayan, evinin başköşesinde Hacca giden eşin dostun getirdiği Kâbe fotoğrafı asılı, haram ete el sürmeyen, bayramlarda eli öpülen Ahmet Emmi’nin ‘Siranuş’ diye Ermeni gelini gelecek memleketten.
Gelin kendisine gösterilen fazladan ilgiyi anlayıvermiş hemen.
Fakat gerçek, komşuların merak ettiğinden başka bir yerde saklıymış.
Bizim bu Ahmet Emmi, Zara’nın en iyi Ermenice İncil okuyan, eşrafın hürmet ettiği Artin Ağa’nın oğlu Agop’tan başkası değilmiş.
Alman denen yabancıların ülkesinde, kendi toprağından beraberce geldiği insanların arasında Ermeni olduğunu söylemekten imtina etmiş.
Hıristiyan memlekette Noel kutlamaktansa kader arkadaşları arasında Ramazan kutlamak daha tanıdık, daha güvenli gelmiş.
Yaş yetmişi geçince gurbetçi ahalinin içinde Ahmet Emmi, gerçek adının Agop olduğunu alenen ilan edemezmiş elbet.
Fakat çocukların kendi kimlikleriyle yaşamasını engellemeyi gerektirecek kadar da güvenlik sorunu yokmuş artık.
Bugün Cumhuriyet Bayramı.
Gün boyu Cumhuriyet’in kazanımlarının önemini konuşacağız.
Muasır medeniyetler seviyesinde olabilmek için kat ettiğimiz mesafeyi gururla anlatacağız.
Kuruluş felsefemizin bugünlerde iğdiş edilmeye çalışıldığından gem vuracağız.
İyi de “Cumhuriyet kazanımları” dediğimiz olgu aynı zamanda kimlerin kayıpları?
Bu ülkenin kadim halkları, inançları, kiliseleri, dilleri, gelenekleri nerede?
Bugün dünyanın her köşesine dağılmış, bir ezan sesi duyduğunda memleket hasretiyle ağlayan yegâneHıristiyan topluluklar olan, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler nerede?
Başka memleketlerde bile Ermeni olduğunu saklamak zorunda kalan insanların içlerindeki korku nereden geliyor?
Muasır medeniyet denen seviye varlık vergileriyle, 6-7 Eylüllerle, gaspla, cinayetle, baskıyla, ırkçı milli eğitim müfredatlarıyla sindirilen, düşmanlaştırılan, gönderilen insanlara reva görülen muamele midir?
Varlığını, kültürünü, kimliğini “ayıplı mal” gibi saklamak zorunda kalan Aleviler, Kürtler,Müslümanlar, Hıristiyanlar hangi coşkuyla kutlayacaklar bayramı?
İnkârla, asimilasyon politikalarıyla, silahla, zulümle üzerine basılan tüm kimliklere bir özür borcu yok mu bu cumhuriyetin?
İyileşmeye, normalleşmeye ihtiyacımız var artık.
Sanırım bugün 90 yıllık argümanlarla, geçmişin tüm suçlarını sahiplenmeye hazır insanlardan çok fazla nutuk dinleyeceğiz.
Önümüzdeki 90 yılı da ancak bu bilgilerle yaşarsak mutlu olacaklarına inanmış olmalılar.
Ne diyelim, tüm inananların bayramı kutlu olsun o vakit.
Not: Hikâyedeki kahramanların isimleri Agop’un hâlâ devam eden çekinceleri sebebiyle değiştirilerek kullanılmıştır.
haykobagdat@yahoo.com
Yorum Yap