- 14.08.2013 00:00
Tarihin en büyük trajedilerinden biri yaşandı 1915’te.
Yüzbinlerce insan, çoğu çocuk yaşta, insanlığın gördüğü en büyük kıyımlardan birine maruz kaldılar.
Ölüm o kadar pervasız ve meşru kılınmıştı ki ölüleri gömmeye yetecek kadar canlı bulunamaz olmuştu.
İnsanoğlu, binlerce yıl biriktirdiği tüm değerleri ayaklar altına almış, hemcinslerine karşı vahşi bir yok etme dürtüsünden başka bir his üretemez olmuştu.
1915, aklın, zamanın, vicdanın tükendiği bir uğursuzluktu.
Bizler, aradan tam 98 yıl geçmesine rağmen, toprağı eşelediğimizde, hâlâ bir insan kalıntısı bulabilme ihtimalinin olduğu bir coğrafya üzerinde yaşam kurduk.
Hiç unutmadık.
İnsanlık onuru, bu acıyı hiç unutmadı.
Fakat bu hatırlayış, bizi ürperten bu karanlık bilgi, günümüz dünyasının hâlâ anlamakta zorlandığı bir hayra vesile oldu.
Bu vahşetin tüm mağdurlarının çocukları ve şimdi torunları atalarını anmaya karar verdiler.
Atalarını anmaya, yaşanan vahşeti bütün vahametiyle anlatmaya ve insanlığa “bunu bir daha yapmayın” diyebilmeye cesaret ettiler.
Bir 25 nisan sabahı, savaşın binlerce Hıristiyan mağduru “o” topraklara geri geldiler.
O topraklardaki binlerce yaralı Müslüman, onları bağrına basıverdi.
Evlerine, köylerine buyur ettiler.
Müslümanlar, zaten çoktandır o malum coğrafyaya, o Hıristiyanların adını vermişlerdi.
Hatıralarına sahip çıkmışlardı.
Ve o yüzbinlerce canın anısına, bir de anıt dikmişlerdi kendi elleriyle.
Vahşetin 98. yılı tam da böyle anıldı.
25 nisan sabahı, koca ve cesur grup gittikçe kalabalıklaştı.
Neredeyse tüm üniversiteler, sivil toplum örgütleri, yöre halkı, kadınlar, çocuklar, dünyanın her yerinden konuya ilgi duyanlar, gazeteciler anmadaki yerlerini aldılar.
Bu kalabalığı kaçırmaya niyeti olmayan bir grup siyasetçi ve devlet erkânı da meydanda hazır bulundu.
Sabah ilk ağıt Hıristiyan ayinindeki dualar ile okundu.
Peşi sıra binlerin dudaklarından dökülen Kur’an, Fatihalar, âminler.
Teamüldendir, asker bilmem kaç pare top attı.
Seremoni bütün gün sürdü.
Hatta biraz uzun ve yorucu oldu.
Gün boyunca, çok kimlikli ve fakat bu kimliklerinden istifa etmişçesine barış şarkıları söyledi binler.
Yüzyılın en büyük felaketlerinden birini anarken günümüz dünyasına “bunu bir daha yapmayın” diye haykırdılar.
Bunun şahidi olmak hepimize ilginç duygular yaşatmış olmalı.
Mutluluk, gurur, hüzün, umut.
Fakat ben biraz kıskandım, insanız neticede, zaaflıyız biraz.
Kıskandım Anzaklar’ı, ölülerini usulüne göre gömebildiler diye.
MEZAR ÜZERİNE ZEYTİNLİK
“Kiminin üzerine buğday, arpa, ayçiçeği dikilmiş, kiminin üzerinde zeytin, çam ağaçları yükseliyor. Çanakkale Kara Savaşları’nın meydana geldiği Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda, unutulmaya yüz tutmuş şehitlerin gerçek mezarları, 98 yıl sonra ortaya çıkarılıyor...
Hacıalioğlu, Kireçtepe, Albayrak Sırtı, Süngü Bayırı ve Kocadere şehitliklerinin projelendirilerek en kısa sürede yapımına başlanacağı ve Çanakkale Savaşları’nın 100. yılı olan 2015’e kadar halkın ziyaretine açılacağı söylendi” (Radikal, 03.08.2013)
Algıda seçicilik olsa gerek.
İçinde 1915, 100. yıl, topraktan çıkan insan kemikleri geçen bu haberi okuyunca kendimi biraz garip hissetmiş olmalıyım.
Soykırım’ın 100. yılında Ermeni dünyasının faaliyetlerine karşı önlemler düşünen devletin, haberde bahsi geçen, ölülere sahip çıkmak adına gösterdiği çabaya sevindim.
Belki biz Doğulularda fazlasıyla ağır basan “ölülerimiz usulüne göre gömmek” teamülünü hatırlamış olmak iyi gelmiştir.
Belki de artık Anadolu’nun her köşesini kazdığımızda karşımıza çıkan insan kemiklerine aynı muameleyi reva görebiliriz.
Belki artık yasımızı tutar, dualarımız eder normalleşebiliriz.
Belki..
haykobagdat@yahoo.com
Yorum Yap