- 12.11.2020 00:00
Odaya ayın şavkı vuruyor. Ayakta sırtı bana dönük, yüzünü
Görmüyorum. Duvarın dibindeki tek kişilik yatak, üzeri kitaplar ve notlarla dolu ahşap çalışma masası, pencere, yakın ve uzak evlerin kiremit çatıları, her şey bir düş dünyası. Sessizlik. Ay ışığıyla birlikte odanın her yanına, her şeye sinmiş kışkırtıcı, mutlak bir
Sessizlik. Sırtı bana dönük, ellerinin hareketinden düğmelerini
Çözdüğünü hissediyorum. Elbisesi belli belirsiz bir kumaş
hışırtısıyla ayaklarının dibine yığılıyor. Uzun boynu, çıplak sırtı,
sütyeninin askıları, kalçası, sonra yere dişilik güveniyle basan
mevzun bacakları.
Heyecandan boğazım kuruyor.
Milena diri memeleriyle yatağa giyinik uzanmış adama
sokuluyor. “Ne kadar güzelsin! “ diyen erkeğin sesi başka,
uzak ve telaşsız bir dünyada.
Şiddetin yutulmayı beklediği azgın sulardan eser yok. Nefesini
tutmuş,öfkeden çıldırmış bir Milena seyrediyorum. Dişiliği
zapt edilmez bir isyan gibi ayakta. Sevdanın sağır göğsünü döven yumrukları ve mızmızlığa yabancı gözyaşlarıyla Milena beni
sevişmeye çağırıyor. Hazdan ve acıdan titriyorum. Memelerini
yırtan kırık vazo, taze yara ve kan dudaklarıma bulaşıyor.
Damarlarımda, alevlenen kasıklarının teri dolaşıyor.
Hiçbir kadın benim gövdeme böyle tepeden tırnağa şehvet
olarak tırmanmadı. Benim sevdiğim kadınlar Milena,
evcilleştirilmiş kibar bir şiddetin kölesiydiler. Etimi yıllardır
kavuran çöl, sana dokundukça yemyeşil bir vahaya koşuyor.
Solgun kilim, yalansız gümüş, nadide bir hüzün çiçeği.
Esir yüzünü zındanda gördüm. Kollarını nümayişsiz bir şefkatle
kızına dolamıştı.Vakarı karşısında, bir ucu ölüme uzanan koridor, utancından elleriyle yüzünü kapatmıştı.
Kederleri şirketlerin bordrolarına tescilli kadınlar, geçmişlerini
kendilerinden gizliyorlar.Yamandıkları, yirmi dört saatlerine yağ lekesi gibi yayılan her günleri, ayaklarına dolanıyor. Sevişecek
olurduk. Meşguliyetleri yüzünden pestili çıkmış aşk gecelerine
serdikleri sarsak çarşaflardan utanırdım.Hayvanlarımı iğdiş
edecekler diye ödüm kopardı. Hepsini ne güzel sevdiğim kadınlar uğruna terimi usanmadan bucak bucak kaçtıkları çıplak ayaklarına, kalçalarına, jilet değmemiş tüylerine sürdüm.
Layık olmadıkları iklimlerin rüzgarlarını doladım saçlarına.
Koltukaltlarını öpmek için incinmiş erkekliğimi ölü bir yılan gibi kasıklarına serdim. Onlar şiddetinden ürktükleri ihtirasımı, hep
hayvani bir açlık olarak okuyorlardı. Çünkü onların gövdelerini
ayaklandıran hayvanları hiç olmamıştı. Şimdi Milena,senin
hayvanların benim ormanlarımda geziniyorAşk bütün
hücrelerimde öleceğim orgazmların müjdecisi. Şimdi senin
tahripkar şiddetinin. Ne güzel şiddetinin!
Sana rastlayıncaya kadar gövdemi uyduruk adreslere
sürmüşüm.
Düşlerimin müsveddesi sığ, şiirsiz haritalara. Ayışığı vurmuş
odadaki isyanı kaybetmemek için, yaralı memelerine kilitlenmiş
gözlerimi oydum.
İki kanlı haykırış fırlattım karanlığa. Sen koynuma sokulduğunda Prag hiç duyulmamış, belki de hiç yazılmamış bir şiir içindeydi.
Yatağa sere serpe uzanmıştın. Mağaranda karşı durulmaz
davetler tomurcuklanıyor. Orada kaybolup yok olmak istiyorum.
Gazetede okudum. Bavyera maden işçileri ayaklanmış.
Sevdiğim kadılara duyduğum açlık, senin yaşlı yahudinin polis
copuyla parçalanmış yüzünü okşayan ellerinde sönüyor.
Yüzün kir içinde , gözlerin öfkeden çakmak çakmak. Sana yakın
olabilmek için atlı polislerin nalları arasında,senin yere saçılan
notlarını topluyorum. Ölüm, göğsünden süngülenen madenci
çocuğun çığlığı Milena. Gözlerim yanıyor.
Saatlerdir hıyar turşusuyla votka içilen bir meyhanedeyim.
Kendimi uyuşturamıyorum. Gövdem durmadan erişemediğim
düşlerime ayılıyor.
Gece yalnız. Ayışığı odamda. Prag’da mıyım , İstanbul’da mıyım
bilmiyorum.
Rüyadayım sanki. Sahilde yanımda uzanan insansız sarışının
ayakları, birden senin biçimli ayakların oluyor. Bileklerinde daha küçük bir kızken koparıp babanın suratına fırlattığın zincirin
yaraları kabuk bağlamış.Yaralarını öpüyorum, dudaklarım
kanıyor.
Yalanlarımdan kurtulsam düşlerim kaybolacak. Bana
koyunlarını açan sevgililerime sevinçler, hazlar, kahırlar,
hüzünler taşıyamayacağım .
Neden kadınlar senin ellerinle dokunamıyorlar Milena?
Geçen gün küçük memeli esmer bir kızla seviştim. Gövdesinin
Karma karışık yollarında bir hazzın ayak izleri çıkıyordu önüme, bir pişmanlığın aptal şaşkın suratı. Sen morfinden sızmıştın.
Franz’ın mezarı üzerinde yatıyordun. Yalnız servilerin boy
verdiği yatağı terk ettim. Seninle daha önce gittiğimiz o
meyhaneye koştum. Orada her hangi bir kadına,
her hangi biri olmasın diye “Bana yakışıyorsun! “ dedim.
Duymazdan geldi, içkisini yudumlamaya devam etti.
” Karafatmalardan biri olma!” diye yalvardım. Dinlemedi.
Çığlığım kalabalığın kirli sularında kayboldu.
Dişiliğin bana yakıştığı için seviyorum seni. Franz’ın mezarı
Başında Milena olup yüzüne eğiliyorum. Gözkapaklarını
öpüyorum. Gözlerin sonsuz uykulara dalıyor. Herkes kimliklerini ait oldukları mekanlara yazdırmıştı. Rengarenk balonlar, bayram macunları, kır çiçekleri, şiirler,sıcak yaz günlerinin sulanmış
toprak kokusu, sevinçli bir oyun, hoş bir şaka olarak hasret
kaldığım hayatı bilmiyorlardı. Ben kimliğimi, kendi gövdeme
zarif bir intihar saldırısı olarak uzanan kendi yamacıma
yazmıştım.
Seni Milena , şimdi şurada görmesem, şimdi şurada her kesin
Gözü önünde sana sarılmasam ölürüm. Ortalama duyarlılıklar
kolay kışkırtılıyor.Bir adresim yok diye, kendimi herkese
acındırıyorum. N’olur sen adresim olma! Gece yarıları çevirdiğim telefonlardaki sesim bana yabancı.
Tökezleyip kapaklanmamak için alkole, şiire, şarkılara,
kitaplara siperleniyorum. Yakınlarıma kendim bile inanmadığım yalanlar uyduruyorum.
El içine çıkarken kendime - başkalarına bakarak – çeki düzen vermeliymişim. Öyle lap diye olmazmış. Siktirsinler. Artık
yoruldum. Kendime tırmanırken bacaklarım titriyor. Şuraya
“yalnızlığımı seviyorum! “ gibi dangalakça bir şey yazsam herkes beğenecek. Yalnızlığı içimde vehmettiğim ‘zenginliklere’
yaslayarak sırtlayamaz oldum. Dayanaklarım birer birer cüzamlı bir uzuv gibi çürüyor. Çok geç olmadan senin morfinle
uyuşmuş dudaklarından öpmek istiyorum; sevdiğim ve seveceğim bütün kadınlarla birlikte.
Artık adını yılardır ucuz bahanelere rehin bıraktığım
coğrafyadayım. Mazeret köprülerini yaktım. Özenle yıkandım,
senin sevdiğin kokuyu süründüm. Gel, yanıma uzan.
Bedenlerimize ukala bir fazlalık olarak yapışmış aklımızı boğalım önce. İçelim, bir ayin gibi sevişerek sarhoş olalım.
Bizi kuşatan duvarları yerle bir edecek edepsizliklere,
doyumlara koşalım.
Gece bitiyor. Ben gene ve hala biletsizim. Prag sisler içinde.
Gardan yolcusuz trenlerin sirenleri geliyor. Ruhu ve kalemi
erkek güzeli bir adam, boynuna hasretin kör umuda bulanmış
fermanını asmış kızını ve seni getirecek trenleri bekliyor.
Ben çatı katındayım.Sebepsiz hüzünler içindeyim.
-----------------------------------------------------------------
Belki Bir Elvedanın Başlangıcındayız, isimli kitabımdan
Yorum Yap