İÇİMİZDEKİ İNSANI ÖLDÜRMEK KOPENHAG İŞKENCE KURBANLARINI TEDAVİ MERKEZİNDE

  • 6.06.2020 00:00

 İnge Kemp Genefke İşkence Kurbanları Tedavi Merkezi Kurucusu

 “Zorbalık karşısında sessiz kalan herkesin içindeki insan ölür” W.Soyinka

Ölümlerine Ağlanmayan Askerlerdi

    İlhan Erdost  yıllar önce sıradan bir Ankara sabahına uyandığında, yüreği derin bir acıyla sarsıldı. Uzak bir Latin Amerika ülkesinden haberlerle doluydu gazeteler. Fotoğraflarda yüzükoyun kaldırımlara yatırılmış insanlar gördü. Askeri cemseler, tanklar, tel örgülerle çevrilmiş Santiago Stadyumu.Yanmış yıkılmış Başkanlık Sarayı, bir de  “ölümlerine ağlanmayan askerlerdi”  belleğine kazılan. Bir de ince uzun parmakları Victor Jara’nın. Günlerce gözlerinin içi yandı. Yıllar sonra postal dipçik darbeleriyle susacak genç yüreği, derin bir acıyla sarsıldı. O günlerde sanki bir kıl yumağıydı gelip gırtlağına oturmuş.

    Miguel Leebizim Neruda’nın hemşerisi bir bakır işçisidir.

Ne Ankara’yı, ne de İlhan’ın güleç yüzünü bilir. Bir gece yarısı evinden alınıp sorguya götürülürken, çok uzak bir şehirde kendisi için acı çeken İlhan’ın insan yüreğinden habersizdi.

    “Gözlerim bağlıydı. Başıma metal bir çember geçirip kulak memelerime elektrot bağladılar. Elektrik verdiklerinde gücün yettiği kadar bağır, acın hafifler demişti arkadaşlarım. Elektriğin dozunu yavaş yavaş artırıyorlar. Sanki kafama aynı anda sayısız çiviler çakıyorlar. Bağırıyorum, sesim çıkmıyor. Dilime hakim değilim. Dişlerim birbirine çarpıyor, dilimi ısırıyorum, bağıramıyorum.

    Doktor İnge Kemp Genefkenörolog. Sakin , kendine güvenli, minyon tipli bir kadın. Sesinde biraz hüznün, biraz öfkenin rengi var. Ya da bana öyle geliyor. İşkence Kurbanları Merkezi’nin yöneticisi. Hemşire Lone ile fizikoterapist İnge Blach’ın arasında oturuyor. Lone daha önce Af Örgütü’nde çalışmış, uzun boylu.

    “Miguel ülkesinden kaçıp Danimarka’ya geldiğinde ruhi bunalım içindeydi. Hayata küskündü. Ne dil öğrenmek, ne de çalışmak istiyordu. Şimdi eski sağlığına kavuştu.

    Duygusuz Bir pazartesi

    Alışılmış  bir kış günü yaşanmakta Kopenhag’ta. Sakin emeklileri, bürokratları, kartpostallara taş çıkartan karlı park manzaralarıyla duygusuz bir pazartesi sabahı. Sen Nöreport alanından 84 nolu otobüse binip Rigs Hospital’in önünde ineceksin.Taş avluya gir, ilerde diğerlerinin yanına sığınmış gibi küçük bir bina göreceksin. Köşede birkaç basamak bir merdiven ve bir levha: RCT- Rehabilitiotions Center For  Tarturofre.

    “Buraya gelenler hep kalplerine bir şey olmuş olmasından korkarlar. Göğüslerine yedikleri darbelerin, elektrik işkencelerinin yarattığı bir korkudur bu.  Miguel de aynı korkuyu yaşıyordu. Muayenede kalbinin sağlam olduğunu görünce rahatladı. Yine de yıkılmış, dağılmış bir insandı o günlerde.

    En Korkuncu Rus Ruletiydi

“Cop, dayak, şok, papağan tüneği hepsini gördüm. En korkuncu rus ruletiydi.”

    Binada alışageldiğimiz hastaneleri andıracak hemen hiçbir  şey yok. Ne beyaz önlüklü doktorlar,  ne ilaç kokusu. Sade döşenmiş ev havası verilmeye çalışılmış. Duvarda elişleri, tablolar, örgüler.

    “Smith Wesson’du. Bir mermi sürdü. Topluyu çevirip namluyu şakağıma dayadı. Soğuk çeliğin terli tenime değişiyle, tetiğe bastığında çıkan ‘çıt’ sesi arasında geçen saniyeler bitmek bilmedi. Horoz düştü ama mermi patlamadı. Ölmemiştim: İkinci defa tetiğe bastığında öldüm sandım. İnanamıyordum ama gene yaşıyordum. Üçüncü denemeden önce neden baştan halletmediğini sordum. Cevap vermedi, soğuk soğuk sırıttı.”

    “Diyarbakır’da yattım ben. Tam üç yıl. Bir gece hücremden alıp dağ başında bir yere götürdüler. Gözbağımı çözdüklerinde bir kuyunun başında olduğumuzu anladım.  Aşağısı zifiri karanlıktı. Belime bir ip bağladılar, sonum gelmişti. İki kişi itti ardımdan, yuvarlandım. Dibe düştüğümde suyun bir karış olduğunu anladım.Tekrar yukarı çektiler.Yüzünde şark çıbanı olanı, dipteki kapağı açıp, itin hergeleyi, diye bağırdı adamlarına”

    “Bizim oralar denize sarp kayalıklar, yalçın uçurumlarla doludur.Trabzonluyum ben. Askeri cipten bir uçurumun başında indirdiklerinde temiz hava iyi geldi. Biraz açıldım. Uzaktan dalgaların sesi duyuluyordu. O uğultuda Sürmene gecesini düşündüm.

Biri silahını çekip alnıma dayadı. Kelimeyi şahadet getir, orospu çocuğu deyip tetiğe bastı, ama silah ateş almadı. Dizlerimin bağı çözülmüştü. Kahkahalarla gülüyordu hepsi.”

   “İşkenceciler kurbanın hafızasında hep yaşadığı en kötü anın kalmasını istiyorlar. Arkadaşının işkencede öldürülüşünü, karısının çığlıklarını unutmamasını istiyorlar. Bunun için biz, kurbanla bu anlarını uzun uzun konuşuruz. Ona işkenceden öncede bir hayatı olduğunu hatırlatmaya çalışırız.”

   Merkezi gezdiriyorlar.  Muayene ve tedavi odaları: bir masa, yerde oyuncaklar, köşede bir divan. Buraları bende hep daha az önemli bir iş için kullanılan yerler izlenimi uyandırıyor.

    “Biz buraya gelenleri önce tepeden tırnağa muayeneden geçiririz. Çeşitli psikolojik ve fizik testler uygularız.

Miguel başlangıçta,muayene için bile soyunurken sıkılıyor, terliyordu. Beyin elektrosu alınırken ya da dişçide çok tedirgin oluyordu.”

İçimi Kavuran Nefreti Anlatamam

    Miguel’in gözleri dalmış, sesi monoton.

“ İşkencede fiziki acılar o kadar koymuyor insana. Bu acılar nihayet bir süre sonra geçiyor. Ama beni aşağılamalarını unutamıyorum. Gene sorgudaydım. Ellerim ve gözlerim bağlı dövüyorlardı. Bir ara subayın biri böğrüme tepti. Dengemi kaybederek öteki masada tutanağı yazan subayın masasına yığıldım.Yere itti beni. Ayağıyla başıma bastı. Defedin bu kızıl pisliği diye haykırdı. Sürükleyerek götürdüler. O anı unutamıyorum. O günden beri içimi kavuran nefreti anlatamam. ”

    “ Eskiden işkencenin amacı düşman sayılan tutukluyu cezalandırmak, yahut ondan iktidar sahiplerinin işine yarayacak bilgileri elde etmekti. Teknikteki son on beş yıllık gelişme açık olarak bu amacın tamamen değiştiğini göstermektedir. İşkence metotları psikolojideki en modern bilgiler kullanılarak geliştiriliyor. Doğrudan insanın kişilik yapısına, karakterine saldırılıyor.Tutuklu güçsüz,  kendine güvensiz, gururu kırılmış onuru yıkılmış hale getirilmek isteniyor. Kişinin hücrelerine kadar nüfuz etmek, kişiliğini deforme etmek, sonunda kurbanı gerek fizik, gerek ruhsal olarak kendini tanıyamaz hale getirmek istiyorlar.

    “Kurban yakalanmadan önce sağlıklı bir kişi. İşkenceden sonra koparıldığı ortamına dişleri sökülmüş, zayıflamış, fiziki olarak çökertilmiş, ruhsal bakımdan yıpratılmış bir kişi olarak dönüyor. Hem kendisi,hem yakınları bu ‘yeni’ insanı  yadırgıyorlar.”

    Yanımda oturan beyaz balıkçı yakalı kazaklı kadın, ben dedi,

bir izci oymağının lideriyim. Gurubumuz ilkokul çağında küçük kızlardan oluşuyor. Her yıl biz kanserle mücadeleye, Afrika’daki açlara yardım için bir piyango düzenleriz. Kızlar televizyonda sizin çalışmalarınızla ilgili bir program izlemişler. Bu yılki gelirimizi tedavi merkezine vermeyi kararlaştırdık. İşte çeki.

    Bu küçük kızların içindeki insan hiç ölmeyecek, diye düşünüyorum. Hep yaşayacak. Tedavi merkezi 1982’ nin  sonunda çalışmaya başlamış. Resmi olarak da 1984 Mayısında açılmış.

   “ Böyle bir merkez kurma kararını Uluslararası Af Örgütü’nün Londra toplantısında aldık. Gerçi daha önce işkence kurbanlarını tedavi etmiştik. Gene de nasıl bir tedavi uygulayacağımızı tam bilmiyorduk. Latin Amerika ve Asya’dan uzman doktorlarla ilişki kurduk.

    -Tedavi Merkezi neden Uluslararası Af Örgütü’ne bağlı değil?

    -Tedavi çalışmalarına 1974’de Uluslararası Af Örgütü çerçevesinde başladık. O yıllarda Yunanistan’da sistemli işkence uygulanıyordu. Oradaki doktorlarla işbirliği yaptık. Merkezin amacı Af Örgütü’nünkinden farklı. Bizim işkenceleri tespit, teşhir, hükümetler nezdinde baskı yaparak durdurmaya çalışmak gibi bir amacımız yok. Biz tedaviyle uğraşıyoruz.

    Ününü daha önce duymuş, hakkında çok şey okumuştum.

Ama onunla ilk defa Beyoğlu’nda Dünya Sineması’nda karşılaştım.Yaşlı, huysuz, mendebur bir ihtiyar: Doktor Mengene. Maratoncu kurbanını koltuğa oturtmuş, sağlam dişini elektrikli burguyla oyuyor. Uzun boyluydu. Üniformasını çıkartmıştı.

Ve Mamak Askeri Cezaevi’nde ülserli mahkumlara aspirin veren meslektaşından yaşlıydı.

    Filipinlerde Tedavi Merkezleri

    “Filipinlerde bizim gibi dört tedavi merkezi var. Tabi onlar Stresli Hastalara Yardım Merkezi gibi adlar altında çalışıyorlar. Bir tanesi çocuklarla ilgili .Marcos döneminde biz Filipinlere gittik. Ayrıca bazı Filipinli doktorlar da Danimarka’ya geldiler. Kurbanların tedavisi konusunda eğitim aldılar. Eğitim çok önemli. İnsanın kendi ülkesinde ailesinden, çevresinden kopmadan kendi dilini bilen insanlarca tedavi edilmesi daha olumlu sonuçlar veriyor. Şili, Uruguay, Arjantin gibi ülkelerde de değişik adlarla çalışan tedavi merkezleri var.

    -Peki, ama bu merkezlerde çalışanlar için bir tehlike söz konusu değil mi?

    -Elbette hem bu merkezlerde çalışanlar, hem de tedavi olanlar tehdit altında. Ama meslektaşlarımız bunu göze alıyorlar. Aynı tehdit burada tedavi görenlerin memleketlerindeki yakınları için de söz konusu.”

    Odada on beş kişi kadarız. Sigara dumanı çıksın diye pencereyi açıyorlar. Serin, temiz bir hava doluyor içeri. Sesinde biraz hüzün, biraz öfke bulduğum doktor masanın başında oturuyor. Yanında Lone e İnge.  Onlara İlhan’ı anlatsam.  Kasımpaşa Kimsesizler Mezarlığına gizlice gömüleni. Diyarbakır zındanında yakılarak öldürülenleri anlatsam. Artık ellerinden bir şey gelmeyeceği için ne kadar kahrolurlardı.

    -Türkiye’den doktorlarla ilişkiniz var mı?

    Duraklıyor.Çeşitli ülkelerden meslektaşlarla ilişkimiz olduğunu söylemiştim, diyor.

    Norveçli kızıl sakallı gazeteci tedavi yöntemlerini merak ediyor.

    “ Buraya gelenler bizim gözümüzde hasta insanlar değildir.

Biz onları maruz kaldıkları barbarlığa tepki gösteren insanlar olarak görüyoruz. Önce tedavide bağlı olduğumuz ilkelerden söz etmeliyim. Bunlar:

    -İnsanın somatik, psikolojik ve sosyal yönlerden bütünsel olarak tedavisi

    -Kurbanın yanı sıra karısının / kocasının,  çocuklarının da tedavisi

    -Fizik ve psikolojik tedaviyle ilaç tedavisinin uyumlaştırılması

    -Kurbanın tedavi merkezi dışında bir yere gitmesi gerektiğinde yanına refakatçi bir hemşire verilmesi

    -Her hasta için kesinlikle güven duyacağı bir tercümanla çalışılması. Burada otuz beş değişik ülkeden hasta tedavi ediliyor. Doğal olarak tercüman kullanıyoruz. Tedavi sürecinde tercümanı değiştirmemeye gayret ediyoruz.

    -Tedavide işkenceyi hatırlatacak araç ve yöntemlerden kaçınılması gerekiyor. Havuzda yapılan fizik tedaviler su işkencelerini, soyunma,  beyin elektrosu elektrik işkencelerini hatırlatıyor.

    -Mümkünse kurbanların kendi ülkelerinde tedavilerinin sağlanması. Bunun önemini daha önce anlatmıştım. Mesela rahatlatıcı tedavide akapuntur önemli bir yöntem. Halk buna alışkın. Orada kullanılıyor.Ama biz burada tanımayan insanlara aynı yöntemi uygulayamıyoruz.”

    İsveç’ten gelen tıp öğrencisi hemşire Lone’yle konuşuyor.

    “Genellikle psikosomatik belirtiler görülüyor. Yani psikolojik sebeplerden ileri gelen fiziki ağrılar.Bunlar tipik olarak baş, boyun, omuz bölgelerinde görülüyor.Ya da mide sancıları, kas krampları, halsizlik, sürekli fiziki  yorgunluk.

    Hatırlama zorlukları, dikkat toplamada güçlük, uykusuzluk, kabus, duygu düzeninde dengesizlik, duygu patlaması gibi psikolojik belirtiler de görülüyor.

    Tabi bir de vücuda doğrudan uygulanan şiddet sonucu meydana gelen fiziki, bedensel arızalar var. Kemiklerde çatlak  ve kırıklar, kulak zarında yırtıklar, iç organ yaraları, cinsel organlarda iltihap gibi.

    -Bütün çabalarınıza rağmen yardımcı olamadığınız insanlar oluyor mu?

    -Buraya gelenler sıradan insanlar değil. İnandıkları bir dava uğruna mücadele etmiş, daha adaletli ve ileri bir toplum için savaşmış güçlü kişiler. Buna rağmen tedavi kolay olmuyor. Hastalara haftada iki defa birer buçuk saat psikoterapi , iki defa da birer saat  fizik tedavi uyguluyoruz.  Ayrıca bütün personelle haftalık toplantılarımız oluyor. Bu toplantılarda her hastanın durumunu ayrı ayrı ele alıp nasıl daha iyi yardımcı olabileceğimizi tartışıyoruz.

İnsan aklına ve cinselliğine yükleniyorlar

    “ İşkenceci insana en çok zararı nerden verebileceğini iyi biliyor. Özellikle beyne ve sinir sistemine yükleniyor. Kurbanını çıldırtmak istiyor. Cinsellik ikinci önemli saldırı noktası. Kurbanı cinsel yönden sakatlamak, en azından onda sakat  kaldığı duygusunu uyandırmak istiyorlar. Bunun için cinselliğe, cinsel organlara şiddetli fiziki ve psikolojik baskı yöntemleri uyguluyorlar. Bir çok kurban ya sakat kalıyor, yahut sakatlık duygusuna kapılıyor. Pek çok kişi işkenceden sonra doğacak çocuğunun sakat olmasından korkuyor.

Reha İsvan’ın sesi

    Yalova Töb-Der lokalinde bir seminerdeydik. Reha hanım konuşuyordu. Nasıl sevinmiştim; böyle akıllı, kültürlü,güzel bir ses var diye aramızda. Sonra kaç defa dinlediysem hep güven gibi, dostluk gibi, alçak gönüllülük gibi vakur  ve insani duygular getirdi o ses.

    Yıllar sonra Metris’in taş duvarlarına, demir kapılarına çarpıp zulme inat kırılmadığında, kırılmayıp ta buralarda muhaceretim de yankılandığında, cop darbeleri altında direnen kızların bedenlerine güç katıp bana ulaştığında,  bana ulaşıp da şu karşımda konuşan Danimarkalı kadının sesinde yankılandığında hissettiklerimi anlatamam:

İşkence okulları

İşkenceci doktorlar

    -Değişik ülkelerde uygulanan işkence metotları arasında benzerlik var mı?

    -Gerek metotlar, gerek araçlar açısından giderek artan benzerlik var. Mesela falaka Türkiye’de de, Yunanistan’da da, İspanya’da da uygulanıyor. Adı bile aynı. Latin Amerika’da ise daha çok elektrik işkenceleri uygulanıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde işkence okulları  var, işkenceci yetiştiriliyor. Buralarda eğitilen doktorlar da var. Asya da, Afrika da, Latin Amerika’da aynı taktik uygulanıyor. Bunları biliyoruz. Ama maddi kaynaklarımız sınırlı olduğu için, araştırıp ispatlayamıyoruz.  Dünyada bugün insanlık onurunu çiğnemek için milyonlarca dolar harcanıyor. Buna karşı mücadelede harcanan paranın miktarı ise gülünç düzeyde.

    -Bugün çeşitli ülkelerde milyonlarca insan işkenceye uğruyor.Tedavi merkezini büyütmeyi düşünmüyor musunuz?

    -Burada tedavi görenlerin Danimarka’ya iltica etmiş olmaları gerekir. Kapasitemiz çok sınırlı.  Öte yandan tedavi merkezinin büyümesini, ev havasını, sıcaklığını kaybetmesini istemiyoruz.

Bizim burada çok insan tedavi edemediğimiz doğrudur. Bizim amacımız tedavi metotlarını, bu konudaki tecrübe ve bilgileri bütün dünyaya yaymak. Daha çok ülkede, daha çok tedavi merkezi kurulmasına yardımcık olmak. Böyle merkezlere gelmek istemeyen hastalar, yalnız çalışan doktorlara gidiyorlar. Bizim bu doktorlarla da ilişkilerimiz var. İşimizin niteliği icabı bir çok kurum  ve kuruluşla ilişki sürdürüyoruz. Kopenhag Tıp Fakültesi ve Hemşirelik Okulu’nda işkence görenlerin tedavisiyle uğraşacak guruplar oluşturduk. Onlara dersler seminerler veriyoruz. Bu konuda hazırladığımız bir ders kitabı yakında hemşirelik okullarında okutulmaya başlanacak.

    Ayrıca işleri gereği işkence kurbanlarıyla ilişkisi olan Kızılhaç ve Göçmen Örgütü personeline de dersler veriyoruz. Göçmenlerle Yabancılar Polisi’nin de ilişkisi var. Onların da eğitime ihtiyacı  var. Bu konudaki  müracaatımıza henüz  olumlu bir cevap alamadık.”

    -İşkence genellikle faşizm e diktatörlükle yönetilen ülkelerde uygulanıyor. ABD, Federal Almanya, Danimarka gibi ülkelerde de bu tür uygulamalara rastlanıyor mu?

    -İşkencenin tanımı, kötü muamelenin ne olduğu sorusu, üzerinde çok tartışılan karmaşık bir mesele. Nerede başlayıp nerede bitiyor, Af Örgütü’nde bu konu uzun uzun tartışılıyor. Gelişmiş ülkelerde bizim anladığımız anlamda işkenceye rastlanmıyor. Biz işkenceyi sistematik bir uygulama olarak algılıyoruz. Meseleye Dünya Tabipler birliğinin tanımı açısından biraz pragmatik olarak yaklaşıyoruz.

Ama bu konuda ilginç gözlemlerimiz var. Mesela Yunanistan’da insanlar karakol dayağını işkenceden saymıyor. İspanya’da Bask’da aile içi ilişkilerde şiddet var. Ve bunu tabii karşılıyorlar. Kuzey İrlanda’da polise düşenin işkence saymadığı kötü muameleyi

biz işkence olarak görüyoruz.

    -Tedavi Merkezindeki çalışmalar personeli olumsuz etkilemiyor mu?

    -Bizim işimizle samimi olarak ilgilenmeyenler, kişisel sorunları olanlar zaten burada çalışmaya dayanamazlar. Kuşkusuz hepimiz yaptığımız işten etkileniyoruz. Bizim işimiz, duygulardan tamamen uzak, profesyonelce yapılacak bir iş değil. Duygusal olmadan ama hastanın duygularını paylaşarak çalışmak gerekiyor. Ayrıca belli bir mesafeyi de korumalısınız. Biz burada uyumlu bir kolektifiz. İşten kaynaklanan sorunlarımızda birbirimize yardımcı oluyoruz.

İsveç Televizyonu’nda Yaşar Kemal’i İzliyorum

    Geçen yıl İsveç televizyonu Türkçe yayında Yaşar Kemal’i izliyordum. İri gövdesiyle çalışma masasına abanmış Çukurova’yı anlatıyor. Çukurova’dan, tabiatı bozan traktörden, insandan, yabancılaşmadan bahsediyor.Uzaklardan geliyor sesi. Besbelli günlerdir benim masamın üzerinde duran gazete kupürlerini görmemiş. Sıddık Bilgin’in elleri   bağlı cesedini. Kasımpaşa Kimsesizler mezarlığına gizlice gömüleni. Elleri urganlarla bağlı şalvarlı yoksul Kürt köylülerini görmemiş. Cigerhun’un aynı ekrandan haykıran sesini duymamış. Bi de postalları ve dipçikleri, bir de çığlıklarını çocukların…

“Tanya Bursa mapusanesinde önümde resmin.”

Benim önümde gazete kupürleri.Çukurova’yı anlatıyor Yaşar Kemal, sesi çok uzaklardan geliyor.

-----------

Internationalt rehabiliteringsråd for torturofre (IRCT)

 

 

 

   

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums