- 13.04.2018 00:00
Kucağında manton. Omzun omzuma değende dirseğin koluma
sokuluyor. Alıp başımı coğrafyamın ayak basmadık köşelerine
çekiliyorum. Mısralar, kelimeler,heceler,hatta harfler var ama,
sesler yok.Şiir,ses olmayan seslerin dünyasını şiirleştiriyor.
Biraz sonra program başlayacak,mısralar sese büründüğünde
içimdeki büyünün bozulmasından korkuyorum.
“okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyokova / seyredilmeye
gelmez / okyanuslar yaşanılır.”
Şiir başladı. Salon soğuk değil ama ellerin üşüyebilir.
Amsterdamlı göçmenin sesi iklimime yayılıyor. Mısraları
yaşıyorum, bendekilere benziyor.Ellerine bakmıyorum,
parmağında Kafkasyalı gümüş bir yüzük var,görüyorum.Seni
tutup toprağımın harcıalem bütün seslerden arınmış bir köşesine götürüyorum.
Yüzün sedef tadında.
“Hoş geldin!” Ellerin bana dönük.
“Merhaba!” Sesin heyecandan terlemiş avuç sıcaklığında.
Ben henüz tam kavrayamamışken gidip Saman Sarısı’na
sarmallanıyorsun.
Ve “sağ elinde kederli bir gül açıyor / ağır ağır “
“kimseler yapamaz senin resmini / sen kendi resmini kendin de
yapamazsın / bir açılıp bir kapanır yüreğinde / senin resmini
ben yapacağım”
Salonu boşaltıyorum. Yerlerde yırtık kirlenmiş pankartlar .
Boş gazoz şişeleri. Miting sonrası alanlarının gergin yorgunluğu.
“Vakit hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni / söndürmüş”
“Ortalıkta ikimizden başka kimse yoktu / ve sen bundan dolayı
bir resimdin açık maviyle çizilmiş.”
En sıcak, en sevdalı, en asi sesimi kavga alanlarında, toplantı
salonlarında, kaçak evlerin iğreti odalarında, sevdiğim kadınların ten kokan yataklarında okuduğum şiirlere kattım. Kürsünün
önünde, şurada ilk sırada ayakta, televizyonun karşısındaki
kanepede oturmuş, yastığımın yanında uzanmış beni dinliyordun. Hâlbuki benim ilk defa duyduğum sesin Saman Sarısı’na rengini veriyor. Şiire yakışıyorsun.
“bir parıltıydın düşümden damlamış / sol mememin üstüne.
Kucağında manton. Bozbulanık şaşkınlığım bitti çok şükür.
Bedeninin kokusunu duyuyorum. Toprağımda ne varsa
zaptetilemez bir yangına kesiyor. Tarifsiz kargaşalar, isyanlar
içindeyim. Hapiste rutubetli loş odada ,şu sıvaları dökülmüş
çıplak duvarın dibinde acıdan it gibi titreyen ben değilim.
Miladımızdan önce, yılarca sürgünlüğüm oldu İstanbul.
İğretiliğim, biletsizliğim ve adressizliğimdi.
“Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta / karlı pencerelerde / taze esmer bir yalaza olarak geçti alnımın üzerinden /
Şair Nikolas Gilyen Havana’ya döndü çoktan / yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup / içtikti yudum yudum
şehirlerimizin hasretini “
Göçmenliğim seninle bitecek sanmıştım. Ama oturduğun sokak, hiç tanımadığım soğuk şehirlere çıkıyor. Amsterdamlı göçmen
sahnede, sen dinliyorsun, ben nafile bir yokuşu tırmanıyorum,
hep tırmanıyorum.
“vakit hızla ilerliyor, gece yarıları ışıklarını yeni / söndürmüş”
Karanlıkta başımı çevirmeden yüzüne bakıyorum. Yüzün bana yakışıyor. Ama sen “yoksun / yeryüzünün en güzel şehirlerinden
biri boşaldı.” Umut ne? “tramvaylar bomboş geçiyor “ Neden
böyle suratsız bir şafak! “biletçileri, vatmanları bile yok /
kahveler bomboş” Neden İstanbul diye bir şehir, almış sabahçı
kahvesini koynuna salya sümük uluyor.
Kaçıp sığındığımız Yıldız Parkı’nı biz tereddütlerimizden
çalmıştık. Önü sonu – en çok ta sonu – belli zamanlara ne çok
laflar, ne çok sevinçler, ne çok sarılmalar, ne çok öpüşmeler,
ne çok suskunluklar sığdırdık. Oraya her gidişimizde
“ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla / limonatanın
arasında / onu oraya sen koydun” Durmadan konuşurdun.
Telaşla anlattıkların ne olursa olsun ,sesinin tınısı sevdanı ele
verirdi. “sesleniyorum / seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları.”
Kadıköy’deki evde, benim, yüzünün bir yanı bıyıklı arkadaşım
ve o gece kafayı mujiklere takan çakırkeyf ev sahibesi dahil
kimseler bir şey bilmesindi ya “ ayrılık masanın üzerindeydi
cigara paketinde / kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin /
cıgaranın ucunda senin / ve hoşça kal demeye hazır olan avcunda / ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi / aklından geçenlerdeydi ayrılık / benden gizlediklerinde gizlemediklerinde / ayrılık rahatlığındaydı senin / senin güvenindeydi bana /
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak / ansızın / oysa beni
seviyorsun ama bunun farkında değilsin / ayrılık bunu
farkedemeyişindeydi senin / ayrılık kurtulmuştu yer çekiminden
ağırlığı yoktu / tüy /gibiydi diyemem / tüyün de ağırlığı var /
ayrılığın yoktu ama, kendisi vardı “
Biri senin karşında,biri benim karşımda oturuyordu.
Gözlerimizdeki yangını görmediler.
Amsterdamlı göçmen kadın gösteriyi bitirdi. Ama şiir sürüyor. Boğaziçi ışıklar içinde. Gecenin koynundayız. Kaç kere
“ yumuşak ağırlığını yitirdim /avcumda sonra elini / ve ayrılık
parmaklarımızın ilk değişinde başlamıştı çoktan” Sol elin
kasıklarımda hem azgın bir sevişmeyi, hem yumuşacık bir şefkati okşuyor. Kaç kere “ ama yine ansızın yitirdim seni “
Senin toprağında Saman Sarısı okunan isyanlar olsun!
Boğaziçi ışıklar içinde. Gece bitecek. “tuttum ellerinden
yürüdük / yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata”
Gece bitecek. Kahve içiyoruz laf olsun diye. Kucağıma bıraktın
başını, elin kasıklarımda. Saçlarını okşuyorum, gece bitecek.
“gözünde türkülerin kilometre boyu kilometre “
Kucağında manton, dirseğin koluma sokuluyor. “Yitirdim
ansızın seni / oysa ansızın değil / çünkü önce yitirdim avcumda
elinin sıcaklığını senin / sonra elinin izlerini bir de tanırım “
Gece bitecek.
------------------
*Bütün alıntılar Nazım Hikmet’in, Saman Sarısı şiirinden
Belki Bir Elvedanın Başlangıcındayız,isimli kitabımdan
Yorum Yap