- 12.11.2015 00:00
TERHİS
Esirdik, mütareke olmuş. İngilizler Arabistan’dan büyük bir gemiye bindirdiler bizi. Günlerce yol aldık, kaç gün denizdeydik şimdi hatırlamıyorum. İstanbul’da indirdiler, elimizde terhis kağıdımız. Memleketten Tavşanlı’dan yani ayrılalı oniki sene olmuştu. Dile kolay. Ayakkabıyı askerde giydim ben. Fakirlik. Hamaldım kasabada. Yaz kış takırdak (takunya) kullanırdım. Fadik (Fatma)anam dul. Babam ölünce sevincimizden helva bastık. Çok kötü biriydi. Her gün bir bahane bulup anamı döverdi. Beni de tabii. Mesela ,bir çuval un alırdı eve, anam ekmek yapardı. Akşam unu çok harcamışsın diye tekmelerdi anacığımı.
Ne diyordum. Ha, tevellüdüm 1304.(1886 miladi) Önce Ayşekadın kışlasında emir eriydim, Bulgaristan’da. Dört yıl sonra Terhis oldum. Tirenle Tavşanlı’ya geliyordum. Kütahya’da çevirdi zaptiyeler. Yeniden askere gideceksin, bu defa bedelli dediler. Zengin puştun biri askerlik yapmak istemiyor, para veriyor devlete. Sen fakirsin, kimin kimsen yok, alavere dalavere Kürt Memet nöbete misali. Bu defa Arabistan, Afrika filan da diyorlar da ,oğlum benim okuma yazmam mı var! Ha Arabistan ha afrika, ikisi de gurbet, ne farkeder. Oralar çok kötüydü. Askerdik ,ama doğru dürüst karavana çıkmıyordu. Çok aç yattığım günleri bilirim.
Bir gün çölde bizim bölüğü bir yere yolladılar. Akşama doğru yolumuzu kaybettik. Bir kuru tayın bile yok torbamızda. Ben- bacaklarımda takat tükendi-yürüyemiyorum. Arkadaşlar, onlar da dermansız, sürüklüyorlar beni. Bir üzüm bağına ulaştık. Herkes saldırdı üzümlere, ben yerden kalkamıyorum. Arkadaşlar kucakla üzüm getirdi. Bi yedim, bi yedim, kudururcasına yedim. Yedikçe gözüm açıldı, dizlerime derman geldi. Sonra gene meçhule doğru yürüdük.
Sabaha karşı İngiliz askeri kuşattı bizi. Hiç direnmedik, hemen elleri kaldırıp teslim olduk. Allah onlardan razı olsun, ilk defa orda gördüm konserve et, çatal verdiler bize, su verdiler, ekmek verdiler, iştahla yedik, aha bu çatal, hep saklarım İngiliz’in çatalıdır. Ben Müslüman araptan görmediğim insanlığı, İngiliz gavurundan gördüm. Allah onlardan gani gani razı olsun, mekanları cennet olsun.
“Ne diyordum? Ha bizi İstanbul’a indirdiler. Sirkeci’ye gittim. Bütün merakım Fadik anam sağ mı? Öldüyse burada, İstanbul’da kalcem. Memlekette, Davşanlı’da bir bokum yok. Sirkeci’de kaldığım hanın önünde, ertesi sabah Boyacılar’ın Ömer efendiye rastladım. Kasabanın zenginlerindendi. Beni görünce şaşırdı. ”Nerden çıktın len İbram, biz seni öldü biliyorduk,”dedi. Sarılıp elini öptüm; ”Allaha şükür Ömer ağa,hayattayım, esirliğim bitti, anam, Fadik anam sağ mı?” “He oğlum” dedi Ömer Ağa, “daha dün bizde buldey(buğday) ayıklıyordu” Ne kadar ferahladım, ne kadar sevindim, anlatamam, anama gidecektim:
Eskişehir’e kadar tirenle gittim. Ordan öteye gitmem için Kuvayı Milliye komutanından izin kâğıdı almam gerekiyordu. Eskişehir’de hükümet binası. Ben devletten korkarım. Sırtım ürpererek merdivenleri çıktım. Komutanın odası önünde nöbetçi sandalyede uyukluyor. Yavaşça kapıyı tıklattım, içerden sert bir ses “gir!!!” dedi. Serpuşum elimde titreyerek odaya girdim. Masada komutan. Bir fişeklik böyle sağ omzundan beline, bir fişeklik soldan aşağıya beline, bir fişeklik belinde, bir rövalvör kuşağının sağında, diğeri sağında, bir rövalvör masasında önünde.
Kafasını kaldırdı. “Ne var asker?”, dedi mülayim bir sesle. “Sıhhatin komutanım; esaretten terhis oldum, Davşanlı’da dul anama gideceğim.” Masaya terhis kağıdımı bıraktım. Aldı, baktı, kağıdı imzaladı, mühürledi bana uzattı ”selametle!” dedi. ”Allah razı olsun komutanım”, dedim. Odadan çıktım, rahatlamıştım. Kapıdaki, ben içeri girerken uyuyan asker, beni görünce şak diye bayıldı, yere düştü. Arkadaşları yüzüne su çarparak ayılttılar, ”Komutanım Ethem Nejat(1), kapıda uyuduğumu görürse öldürür beni” dedi.
Ertesi sabah, esarette biriktirdiğim altınlarla bir beygir(at) satın aldım. Yol ne kadar sürdü, şimdi hatırlamıyorum. Ama şafak sökerken Davşanlı’ya(Tavşanlı’ya) girdim. Eve geldim, avluya girdim. Anam çıkrık çeviriyordu: “gıııırgırgır, Gıııırgırgır!”. Sahanlığa(Varenda) çıktım, ekmek sepetine baktım. Yarım ekmek vardı, şükür yarabbi dedim. Ve bağırdım “Anaa! Ben geldim!” Anam koştu boynuma sarıldı, yarım saat anamı boynumdan alamadı komşular!”
Humba dedem bunu bana aklı başındayken, bunadığında da pek çok kere anlattı. Her defasında ağladı.
--------------------
*TKP Polit Büro Üyesi, Atatürk’ün Topal Osman’a Karadeniz’de Mustafa Suphi ve 14 yol yoldaşıyla boğdurduklarından.
Yorum Yap