- 16.08.2015 00:00
Hava karanlık… Aya Yorgi’de güneşle buluşacakmışız. Yeni yokuşlara ancak kendi yamaçlarımızı tırmanarak ulaşabiliriz. Üşümüşsün, ellerin buz gibi. Sessizlik bir ürperti olarak sarıyor tenimizi. Oysa yan yana ve koyun koyunayız.
Birazdan şafak sökecek, birazdan güneşle buluşacağız.
Yalnızlığını hiç görmedim. Benimle yürüdüğün yolda hep başkaları vardı.
Düş içindeymişiz.
O zaman yollar neden kalabalık olsun?
Göz alabildiğine uzanan, uzun, ama çok uzun bir yoldu.
Sana öyle geliyor, ufuk sandığın kadar uzak değildir.
Çıplaklık ürkütüyor.
Ağaçlar olsun, çiçekler böcekler olsun, pınarlar olsun isterdim.
Orta yerinden su geçen şehirler gibi-İstanbul, Praha, Paris, Hatay- bir yol olsun isterdim.
Belki kanal, belki nehir,
belki ince bir çay.
İnce bir çay, biz Aya Yorgi’de güneşi beklerken ağlıyor.
Üstelik benim bayram yeri gibi cıvıl cıvıl düzlüğüme
yaslamış başını ağlıyor.
İnce bir çay içini çeke çeke neden ağlar,
sessiz.
Aya Yorgi’de güneşi bekliyormuşuz. Havada yağmur var, bir yaz sağnağı.
Ben uzaklardayım. Bulutlar seni görmeme mani oluyor.
Zifiri karanlık bulutlar çullanıyor, ışıklı ferah düzlüğün üstüne.
Saçların, sarı saçların, yaz sağnağı sırılsıklam.
Yanaklarından koynuna sular süzülüyor.
Edepsiz keten elbisen bedenine yapışmış.
Önün orman.
Memelerinin uçları asi.
Önünde uzayan yol çamur içinde.
Bastığın yerlerde ayaklarının izi var;
topuğunu, teker teker parmaklarını, tabanını öpüyorum.
Bunca yol tepip düzlüğüme ulaşmıştın.
Uçurumdaymışız.
Önümüzde uzanan yolu belimize dolamışsın.
Yukarlarda kayaların arasından belli belirsiz sızan sular,
ince bir çay oluşturuyor.
bizim sevdaların güneşini bilirsin
yaz günleri hele öğle vaktiyse
kırılgan ince bir çay ne yapsın
nehir olabilseydi, ah yatağına sığmayan yalnız bir nehir
nehirde sular, sularda balıklar, balıkların dansı
kenarda çiçekler, çiçeklerin renk cümbüşü
dengenin bitmez tükenmez labirentlerine dayanamaz
Renkleri, renklerin cümbüşünü, ta kuytularımda gördüm ben
yaramaz bir kız çocuğuydu renkler
üstü başı boya içinde
elleri
boynu
aşka ısınan
burnunun ucu
ağaçlara tırmanıyordu
kanuni, pişkin dengelere inat
günler yoluma basa basa geçip gidiyor
tahta masanın bir yanında ben
öbür yanında gene ben, karşına oturmuşum
bir düş içindeymişiz
düş olur mu hiç
düşse o zaman soluğuna buğuna sevincine hüznüne nasıl dokunabiliyorum
belki hiç var olmamış mavinin düşleriydi
ama ben o maviyi hep gördüm
Chopin taarruz senfonisi bestelemedi.
kuşatma altındaymışız
herkes bizi miladımızın öncesine götürmek istiyor
sevdanın bütün çağlarından gelen şairin yoldaşıyız
bilmiyorlar
zor olan kuşatma altında yol almak değil
kuşatmayı yarma umudunu yitirmek
bilmiyorlar
hiç bitmeyecek kutsal bir kitap “Don Kişot okuyorum
bilmiyorlar
Aya Yorgi tepesine gidiyorum her sabah
şafaktan önce güneşe dokunuyorum
ortalık henüz aydınlanmamış oluyor
ama ben şafağı görüyorum
üstelik güvencesiz, garantisiz görüyorum
24 Şubat 1998
Yorum Yap