- 10.06.2012 00:00
İnsanlar arasında barış ve kardeşliğin kurulması yüzyıllardan beri hiç değişmeyen bir özlem, bir ideal.
İnsanoğlu, hiç bıkmadan usanmadan bu özlemi gerçekleştirmeyi, bu ideale erişmeyi amaçlamış.
Daha mutlu yaşayabilmenin yollarını aramış. Hedefi, yaşam kalitesini yükseltmek olmuş her zaman. Yaşama sevincinin ipuçlarını yakalamaya dönük arayışına tarih boyunca hiç ara vermemiş.
Tüm gelgitleriyle, iniş çıkışlarıyla başarılı da olmuş. Tarihin tekerleğini her şeye karşın iyiye, güzele doğru çevirmiş.
Çark kötüye dönmemiş genellikle.
Kendi insanlığının tadına varabilmek için gösterdiği çabayla da bir yerde uygarlığın motoru olmuş insanoğlu.
Tarihte bu yolu açanların başında düşünürler, bilim insanları, sanatçılar geliyor.
Bu ufku geniş, yürekli insanların dogmalarla, önyargı ve tabularla bazen yaşamlarını hiçe sayarak verdikleri savaşımda bugün sahip olduğumuz bütün ‘dünya nimetleri’nin temelinde yatan...
Ama dünya nimetleri yine de yeterli değil. Üstelik bu nimetlerin dağılımı, eşitsiz ve adaletsiz.
Barış ve kardeşlik de henüz tam anlamıyla kurulabilmiş değil dünyamızda.
Toplumlar ve insanlar arası ilişkiler bir türlü arzlanan potaya oturtulamıyor. Bunun maddi ve manevi altyapısı tüm insanlığın malı olacak biçimde oluşturulamıyor.
Ama bu yüzden karamsarlığa kapılmak da yersiz. Bu bir süreç, acı tatlı yanlarıyla, üzüntü ve sevinçleriyle. İyiye, güzele dönük arayış kesintisiz sürüyor.
İyimserlik verici olan da budur.
İnsanlarda barış ve kardeşlik duyguları uyandıracak, ülkeler arasında dostluk bağları kuracak sağlam köprüler için bugün de çaba gösterenler hiç eksik değil dünyamızda.
Bu açıdan sanat ve kültürün oynadığı, oynayabileceği olumlu rolü herkes görüyor, biliyor artık.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın yöneticisi Aydın Gün’ün bir kenara not ettiğim şu sözleri bu gerçeğin altını çiziyor.
“Kişilerin, toplumların ve kıtaların arasındaki uçurumu kapatacak en sağlam köprü, kültür ve sanattır. Bütün siyasal ideolojiler, bütün izm’ler görecelidir ve ölümlüdür.
Oysa sanat, gerçeklikin ve yaşamın ta kendisidir.
Her şeyin maddi değer ve sağladığı çıkarla ölçüldüğü dünyamızda, bu nedenle insanın içini karartıp çökerten dünyamızda tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar ihtiyacımız var sanatın aydınlatıcı ve yüceltici gücüne.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yalnız Avrupa’da 1800’ün üzerinde festival yapılmasının nedeni budur.
Her ülke anlayış, tasarım ve hayal güçlerini festivallerin aydınlık platformlarında sergileyerek insan olmanın tadını ve sevincini yaşamak istiyor.
Yaşamın evrensel akışını gözlemleyerek, bu akışa katılarak gururlanmak istiyor. Sanatın insani değerleri çoğaltma yolundaki sınırsızlığından payını almanın sevincini duymak istiyor.”
* * *
Yukarıdaki satırlarım yirmi yıl önce Sabah gazetesindeki köşemde (5 Temmuz 1992) çıktı. İstanbul Festivali 20 yaşında başlığını taşıyordu.
İstanbul Sanat ve Kültür Vakfı’yla 30 yıl başlıklı yazım da bu köşede 16 Haziran 2002’de çıkmış.
Bir bölümü şöyle:
“Umut aşılıyor. Yaşama sevinci aşılıyor. Hayatın zorluklarına tahammül gücü veriyor.
Aya İrini’de cuma akşamı yetmiş yıllık Londra Filarmoni Orkestrası’nın konseri ve soprano Kanawa...
İyi ki var sanatçılar!
Son zamanlardaki siyaset oyununu izlemekten yavanlaşmaya yüz tutan iç dünyamın sanatla temas haline gelmesinin terbiyevi yanını iliklerime kadar hissediyorum.
Fazla uzun bir cümle oldu.
Ama hissiyatım öyle...
Malraux’nün bir söz var:
“Sanat insanların yazgısına karşı bir başkaldırıdır!”
Çünkü sanatla özgürlük, sanatla yaratıcılık iç içe. Sınır tanımaz bir gücü var sanatınÖ”
Yazımda Nejat Eczacıbaşı’nın, Şakir Eczacıbaşı’nın isimleri de var.
Bu yıl İstanbul Festivali 40. yılını kutluyor.
Ben de İstanbul’un adını taşıyan Sanat ve Kültür Vakfı’nın kurucularını, vakfa bunca yıl emeği geçen herkesi kutluyorum
İyi pazarlar!
Yorum Yap