- 12.02.2012 00:00
1978’de Bağdat’a gittiğim zaman daktilo makineme havalimanında el konulmuştu. Çünkü daktilo makinesiyle bildiri yazılabilir, çoğaltılabilir ve rejim aleyhine yayılabilirdi. 1993’te Suriye’ye, Şam’a gittiğim zaman ‘faks kullanımı’nın izne tabi olduğunu görmüştüm. Değişim Baas diktalarının korkulu rüyasıydı.
Suriye’nin her geçen gün kan gölüne dönüşmesini içim acıyarak izlerken, Suriyeli bir aydının sözü hiç aklımdan çıkmıyor.
Hafız Esad yeni ölmüştü.
Oğlu Beşar Esad oturmuştu koltuğa.
2000 yılı Haziran ayıydı.
Şam’daydım.
Bir umut dalgası kabarmıştı.
Nereye kulak versem hep aynı sözcükleri duyuyordum:
Reform ve değişim.
Suriye önce ekonomide rekabete ve dışa açılmaya başlayacak, ‘ekonomik liberalizm’le birlikte ufak ufak ‘siyasal liberalizm’e doğru yol alacaktı.
Model olarak daha çok Çin gösteriliyordu.
Nasıl ki Çin Komünist Partisi, siyasal dizginleri elinde tutarken ekonomide piyasa koşullarına, özel sektöre izin verdiyse, benzer bir süreç Suriye’de Baas Partisi tarafından başlatılacaktı.
Londra’da tıp okumuş, Avrupa görmüş genç Beşar Esad’a bu bakımdan umut bağlanmıştı.
Ama o Suriyeli aydın karamsardı.
Aynen şöyle demişti: (*)
“Reform, değişim uzak ihtimal... Baas Partisi iktidarının reform yapması demek, kendi bindiği dalı kesmesidir, bu yüzden yapamaz.”
Yapamadı da.
Başbakan Erdoğan’a, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na verdiği reform sözlerinin tümü havada kaldı Beşar Esad’ın.
Baas iktidarı değişime direndi.
Kan dökerek direnmeyi sürdürüyor.
Şaşırtıcı değil.
Diktalar öyledir. Kendiliğinden iktidarı bırakanı çok seyrektir.
Irak’taki Baas diktası da öyleydi. Değişimden öcü gibi korkardı. Değişim korkulu rüyasıydı.
1978’de Bağdat’a gittiğim zaman daktilo makineme havalimanında el konulmuştu. Çünkü daktilo makinesiyle yazı, bildiri çoğaltılabilir ve rejim aleyhine yayılabilirdi.
Bu yüzden Irak’ta daktilo makinesi kullanımı izne tabi mallar arasındaydı.
1993’ün Suriye’si de farklı değildi.
Bilgisayarımla ülkeye girmeme izin verilmişti ama bu kez faks kullanımı sınırlıydı, izne tabiydi.
Telefonlar da zaman tünelinde kaldığı için Şam’dan haber geçmek, yazı göndermek deveye hendek atlatmaktan farksızdı.
1999’da Öcalan yakalandıktan sonra Türkiye’yle Suriye arasında buzlar erirken, nabız tutmak için Şam’a gitmiştim.
Ve görüşmelerimin düzeyini yükseltmek için Enformasyon Bakanlığı’nda benimle rüşvet pazarlığı açılmasına hayretle tanık olmuştum.
Baas diktası böyle bir şeydi.
Kendiliğinden değişmesi, kendi bindiği dalı kesmesi demekti.
O yüzden direniyor.
Direnirken de Suriye kan gölüne dönüyor. Gözlerimizin önünde büyük bir insanlık dramı yaşanıyor.
İnsanlığa karşı suç işleniyor.
Yapılanlar tam bir zalimlik.
Akan kanı güç dengeleri, reelpolitik adına görmezlikten gelmek de büyük bir ayıptır, hatta insanlığa karşı suçlara ortak olmaktır.
Rusya’yla Çin bu açıdan oyunu kötü oynuyorlar.
İran da öyle.
Şam’daki Baas diktasını kaybetmek istemiyor Tahran da...
Ankara’nın ise işi çok zor.
Ağırlığını haklı olarak Şam’daki Baas diktasının devrilmesinden yana koymuş durumda.
Ama bölgesel dengeler bıçak sırtında!
Birden çok ipte oynayabilen cambaz olmak bile yetmeyebilir. Yakın çevremizde o kadar çok değişken, o kadar çok çatışan çıkar var ki, hepsinin kuyruklarını birbirine değdirmeden idare etmek, büyük bir diplomasi becerisi gerektiriyor.
Bunda başarısız değiliz.
Çok mayınlı bir arazide Türkiye bugüne kadar iyi yol aldı.
İnşallah, Suriyeli kardeşlerimiz en kısa zamanda bu kanlı Baas diktasından kurtulur ve ülkeleri bir an önce değişim, reform ve özgürlük rayına oturur.
İyi pazarlar!
* Bu köşede 2000 yılı Haziran ayında çıkan Şam kaynaklı yazılarıma bakılabilir.
Yorum Yap