- 31.01.2012 00:00
Benim hâlâ hayallerim var hayata dair, bakPaul Auster, umutlar beni henüz terk etmedi. Bu Kovalam Köyü’nün kuşları ne tuhaf ötüyor, boğazlanır gibi, içim ürperiyor.
Kovalam Köyü, Kerala,
Güney Hindistan’da,
Arap Denizi kıyısında...
Kumsalda kendi başıma yürüyorum. Yapayalnızlığın insanı kendi iç dünyasına, mutlak sessizliğe hapsettiği bir sabah vakti...
Ne de olsa zaman azalıyor!
Böyle demiş Paul Auster.*
Zamanı kim durdurabilmiş ki?..
Ne tuhaf kuş sesleri.
Biri boğazlanırmışçasına ötüyor. Kart sesleriyle simsiyah kargaların arasında kırmızı tüylü şahinler...
Hindistancevizi ağaçları orman gibi, usul usul dalgalanıyor.
Arap Denizi bu sabah sakin.
Uçları havaya doğru sipsivri kalkık, ince upuzun balıkçı sandalları ağlarını yüklemiş sefere çıkmaya hazırlanıyor.
“İş işten geçmeden konuş şimdi ve söyleyecek başka hiçbir şey kalmayıncaya kadar da konuşabilmek umudunu taşı. Ne de olsa zaman azalıyor.”
Bak Paul Auster;
Zaman azalıyor olsa da, benim hâlâ hayallerim var hayata dair.
Umutlar beni henüz terk etmedi.
Ve öyle sanıyorum ki, ben hiçbir zaman, “Önümde geçmişimden başka bir şey kalmadı” demeyeceğim.
Başka bir diyara böyle göç etmek geliyor içimden...
Belli belirsiz dalgaların şıpırtılarını dinleyerek yürüyorum, sahildeki uçuk yeşile boyanmış camiye doğru...
Sabah ezanı yankılanıyor.
Kumsalda kimsecikler yok.
Sadece biri dikkatimi çekiyor.
Sandalyesine oturmuş, bakışlarını denize, uzaklara dikmiş hiç kıpırdamadan seyre dalmış.
Hüzünlü bir hali var.
Kovalam’ın kuşları hakikaten bir tuhaf ötüyor, biri biterken öbürü başlıyor. Öylesine ötüşler ki içim ürperiyor.
Begonviller ne güzel.
“Artık genç olmadığın su götürmez bir gerçek. Tam bir ay sonra altmış dördüne basacaksın; çok ihtiyar sayılmasan da, kimsenin ileri yaşlılık olarak görmeyeceği bir yaşta olsan da, senin yaşına gelmeyi başaramamış olanları düşünmeden edemiyorsun. Bu da hiçbir zaman olamayacak şeylerden biriydi, ama oldu işte.”
Güneş iyice yükseldi.
Bu Arap Denizi’nde deniz nerede bitiyor, gökyüzü nerede başlıyor, belli değil.
Parlak güneşin altında masmavilikler birbirleriyle öylesine kavuştular ki, ufuk çizgisini ayırt etmek güç...
Budist rahipler de şimdi nereden çıktı?
Turuncu örtüleri ve entarileriyle kumsalda, yeşil caminin biraz ilerisinde toplu halde denizi seyrediyorlar.
Yalnız Müslümanlar, Budistler değil, Hıristiyanlar, Süryaniler de yaşıyor buralarda...
Hâlâ Komünistler de var.
Seçimler yaklaşıyor.
Hindistan Komünist Partisi-Marksist (CPI-M) çok güçlü. Her tarafta kızıl bayraklar dalgalanıyor.
Bazıları orak çekiçli...
Bir kısmının üstünde Marks, Engels, Lenin, hatta Stalin, sonra Ho Şi Min’le Che dikkatimi çekiyor.
İlginç, Mao yok ortalıkta!
Mao’cu Çaru Mazumdar’ın etkisi olabilir mi?..
1960’larda Hindistan Komünist Partisi-Marksist’ten kopup, aynı isimli partinin Marksist-Leninist’ini kurarak başlattığı ‘devrimci savaş’ta zenginlerin başına bela olan ve öldüğünde ailesine cesedi bile verilmeyen, bir zamanlar bizim Maocular tarafından da heyecanla izlenmiş olan Çaru Mazumdar...
Yıllar çabuk geçiyor.
Ne kadar da rengârenk bir memleket.
Her bakımdan öyle.
Dinleriyle, inançlarıyla, kökleriyle, dilleriyle, varsılıyla yoksuluyla -ve de doğasıyla tabii- her türlü farklılığı bir arada bunca yıldır demokrasi çatısı altında yaşatabilmiş bir memleket...
Yürüyorum denizin kıyısında.
Sanki sonsuza uzanıyor kumsal...
Hayata dair düşünüyorum.
Bir tür hesaplaşma belki.
Ne de olsa zaman azalıyor!
“Söylenmemiş sözlerin, kaçırılmış fırsatların beyhude hayal kırıklığı...”
Bunlar hep yaşanıyor.
Yaşanacak da, kaçınılmaz olarak.
Ama tabu sayarak söyleyemediğim bir şey kalsın istemiyorum. Göçten önce içimdekileri dökmem lazım. Ne düşünüyorsam eğip bükmeden söylemem, kâğıda dökmem gerek...
Deniz dalgalanmaya başlıyor.
Çocuk sesleri, neşe içinde kıkırdıyorlar. Kocaman kocaman kabaran denizin beyaz köpüklerle sahile vururken çıkardığı sesler, çocukları heyecanlandırıyor. Onların bağırışlarıyla kuş cıvıltıları birbirine karışıyor.
Hayatın sonu acıdır!
Joubert demiş ki:
“İnsan (eğer becerebilirse) sevilebilir biri olarak ölmeli.”
Paul Auster etkilenmiş:
“Bu cümle, özellikle parantez içindeki sözcükler seni çok etkiledi... Eğer becerebilirse... Muhtemelen insanın en büyük başarısı hayatın sonunda sevilebilir olabilmektir, o son acı da olsa, olmasa da...”
Bilemedim.
İlle de gerekmiyor.
Galiba önemli olan, söylemek istediklerini söyleyerek gitmek...
Bak Paul Auster;
Ayşe’yle baş başa geçirdiğimiz güzel tatilde hayata dair beni çok fazla düşündürdüğünü itiraf etmeliyim.
Ama yeter artık!
“Kendine soruyorsun:
Daha kaç sabah kaldı?
Bir kapı kapandı, bir kapı açıldı.
Hayatının kışına girdin.”
Böyle diyorsun.
Ama ben daha gencim!
Kendimi öyle hissediyorum.
“Paul sana söylemek istediğim bir şey var. Elli yedi yaşındayken kendimi yaşlı hissederdim. Şimdi yetmiş dördümde o zamankinden daha genç hissediyorum’ diyor.
Söyledikleri biraz kafanı karıştırıyor.
Belki şu kadar basit bir şey söylemek istedi: İnsan elli yedi yaşındayken ölümden, yetmiş dördündeyken korktuğundan daha çok korkar.”
Kovalam’ın kuşları tuhaf ötüyor.
İçim ürperiyor.
Masmavi denizle masmavi gökyüzü birbirleriyle sonsuzluğa doğru o kadar güzel kavuşmuşlar ki, ufuk çizgisi yok olmuş...
İçimden yaşasın hayat diye bağırıyorum.
Evet, Paul Auster;
Haklısın.
Ne de olsa zaman azalıyor!
Ama benim hâlâ hayallerim var hayata dair... Umutlar beni henüz terk etmedi.
Bunu bilesin.
__________________________
* Paul Auster, Kış Günlüğü, Çeviri: Seçkin Selvi, Can Yayınları, Ocak 2012.
Yorum Yap