- 19.01.2012 00:00
MEHMET ALTAN’IN STAR’DA YAYIMLANMAYAN YAZISI BUGÜN KÖŞEMDE...
Denktaş’ın cenaze törenini izlerken acaba siyasal jargonumuza Ankaralılaşmak’ın yanı sıra bir de Denktaşlaşmak kelimesini mi eklesek diye düşündüm... İnsani bir uğurlama, siyaseten hâlâ Türkiye’yi veKKTC’yi çok zor duruma sokan bir siyaset anlayışını yüceleştiren bir seremoniye dönünce, insan doğrusu zaman içinde gelinen noktayı sorguluyor.
Bugün köşemi Mehmet Altan’a bırakıyorum. Star gazetesi önceki gün sevgili Mehmet’in Denktaşlaşmak başlığını taşıyan yazısını yayınlamayı reddetti ve onunla yollarını ayırdı.
Bu yakınlarda Ece Temelkuran... Daha önce Banu Güven, Can Dündar, Ruşen Çakır... Nedim Şener, Ahmet Şık’la birlikte hapse düşmüş sayısız meslektaşım...
Gazeteci milleti gerçekten zor bir dönemden geçiyor. Eleştirel seslere ve farklılıklara tahammül gitgide azalıyor.
Maalesef öyle.
* * *
Denktaşlaşmak...
Mehmet Altan
Denktaş’ın cenaze törenini izlerken, daha sonra epey yaygınlaşan Ankaralılaşmak sözcüğünü ilk kullandığım zamanı hatırladım.
Rauf Denktaş’ın defnedilme sürecinin çoğu mecrada Özel Harp güzellemesine döndüğünü, çözümsüzlük çözümdür siyasetinin feraset olarak sunulduğunu görünce, acaba siyasal jargonumuza Ankaralılaşmak’ın yanı sıra bir de Denktaşlaşmak kelimesini mi eklesek diye düşündüm...
Siyaseten Denktaşlaşmak ne demek?
Aslında bunu KKTC’nin bugünkü hali tanımlıyor... Tek parti anlayışıyla kendi halkımıza AB ÜyesiKıbrıs Cumhuriyet’ini hâlâ Güney Kıbrıs Rum Kesimi diye takdim etmeye devam ediyoruz...
Halbuki yerkürede KKTC’yı tanıyan tek bir ülke var, o da Türkiye...
KKTC’nın bu duruma düşmesinin ise tek bir nedeni var, Özel Harp destekli Denktaşlaşma anlayışıdır.
Türkiye ve KKTC’ya büyük avantajlar sağlayan ve Ak Parti iktidarının da en değerli ve önemli hamlelerinden birini yaparak desteklediği Annan Planı, Rauf Denktaş yüzünden saha dışına atıldı...
Ve KKTC, dünyaca tanınan AB üyesi bir konuma rahatlıkla yükselebilecekken, yediği çelme ile Korsan Ada kimliğinde takılı kaldı...
Bu vesileyle, bir önceki Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın “Kıbrıs sorunu yüzde 70 gayri menkul sorunudur” dediğini de anımsatayım...
Özetle, “Çözümsüzlük çözümdür” anlayışı henüz dört başı mamur bir şekilde deşilmedi...
İnsani bir uğurlama, siyaseten hâlâ Türkiye’yi ve KKTC’yi çok zor duruma sokan bir siyaset anlayışını yüceleştiren bir seremoniye dönünce, insan doğrusu zaman içinde gelinen noktayı sorguluyor...
Ve “siyaseten Denktaşlaşma” endişesini dile getiriyor.
Neden insan değil de devlet daha önemli? Zaten devletin amacı insanını çok daha iyi yaşatmak değil mi?
KKTC, insana değil de “Özel Harp Dairesi’ne” bağlı bir anlayışa önem verdiği için bugün hukuksal kimliğinin kimsenin tanımadığı, merhum Denktaş’ın torunu da dahil vatandaşlarının ezici bir kısmının Kıbrıs Cumhuriyet’i vatandaşı kimliğiyle AB üyeliğini tercih ettiği bir yer haline geldi.
Üstelik, bugün AB müzakere sürecinde tıkanan azımsanmayacak dosya sayısı da, daha önceleri çok daha detaylı bir şekilde anlattığım Şükrü Sina Gürel’in ‘Denktaşlaşmış’ anlayışının sonucudur.
*
Öte yandan, işine ve özerkliğine özen göstermenin şimdilerde huzursuzluk doğurduğunun çok farkındayım.
Ancak, bu huzursuzlukların bana yansıyan kısmını, benim hiç çekinmeden açıkça her yerde ve her defasında anlatacak bir fıtrattan geldiğimi bilmezden gelenler olduğu gibi, azalan yazı günlerimi bir özgürlük meselesi olarak görmek yerine, gazete ile aramda ihtilaf çıkması gibi çok tâli bir neticeye ulaşmak amacıyla saptıranlara da rastlıyorum.
Denktaşlaşma eğilimlerinin fazlasıyla kıpırdadığı günümüzde herkes rahat olsun, sorunları herkese, her zaman açıkça söylerim, kimse durumdan vazife çıkarmasın...
Bu tür yorumlardan rahatsızlık duyanlar var ise, onlar da üçüncü şahısların yorumlarına gösterdikleri hassasiyeti biraz da etraflarına göstersinler...
Denktaşlaşma türü bir kelimenin zihinlere düştüğü ortamlarda kabalaşmayalım, hoyratlaşmayalım ki, fırsatçıların pek sevdiği peynir fareliği de ivme kazanmasın.
Yazıyı bitirirken Hrant Dink davasının sonucu beş yıl sonra nihayet belli oldu, meğer kahvede pişpirik oynayan çocuklar kendi kafalarına göre Hrant’ı öldürmüşler...
Bu karar isabetliyse, Hrant’ı hedef gösteren ve mahkeme sırasında ona bozuk para atarak taciz eden generali de, tüm diğer Ergenekon sanıklarını da serbest bırakalım...
Katille resim çektiren ve idari ve hukuki soruşturmanın dokunmadığı askeri personeli de tamamen unutalım...
Benim anladığım Ergenekon, Uludere’den sonra ikinci golü de attı... Ancak bu golde kendisine her bir yandan destek verildiği de açık.
Yeni Türkiye derken herhalde kastedilen bu değildi.
İsyan ediyorum!
Bazen hukuktu, yasaydı, usuldü, vız gelir tırıs gider.
İsyan edersin.
Öyle zaman olur ki vicdanları, göz önündeki çıplak gerçekleri, insanların adalet duygusunu hiçe sayan bir yargı kararına karşı isyan etmekten başka çaren kalmaz.
Hrant kararı da öyle.
Ben de isyan ediyorum.
Göz göre göre geliyorum diyen bir siyasal cinayetin üstündeki kanlı perde kaldırılmak istenmiyor.
Trabzon jandarmasıyla emniyeti, İstanbul valiliğiyle emniyeti cinayetin nasıl adım adım geldiğini bilmelerine rağmen gözlerini kapatıyorlar.
Siyasal iktidar ağırlığını koymuyor.
Bu duyarsızlık neden?
Kökleri devletin içlerine giden bu Ermeni düşmanlığıyla, bu Kürt düşmanlığıyla, bu Alevidüşmanlığıyla, bu birey düşmanlığıyla ve devletin bir bütün olarak bu hoyratlığıyla Türkiye’ye ne doğru dürüst demokrasi gelir, ne de hukukun üstünlüğü...
Mehmet Altan’ın Star’da yayımlanmayan yazısında dediği gibi:
‘Yeni Türkiye’ derken herhalde kastedilen bu değildi.
Unutmayın!
Bugün öğle vakti saat tam 1’de, Taksim’den Agos’a yürüyelim ve sessiz çığlığımızı Sevgili Hrant’a, herkese duyuralım.
Yorum Yap