- 13.01.2012 00:00
“Uludere bir milattır. Artık analar ağlamasın diyerek yürekleri titreten bir başbakan yok. Analar ağladı ve Başbakan duymadı. O kadar insanın öldüğü bir trafik kazası bile olsa Başbakan bakanlarını alır, cenazede saf tutardı. Bildiğimiz Başbakan tabuta omuz verirdi, vermedi.”
LONDRA
Fotoğraf çektiren gençlere gözüm takılıyor. Ben de Thames kıyısında, Big Ben’in altında ilk fotoğrafımı 1962’de çektirmiştim.
Yıllar ne çabuk geçiyor.
Britanya parlamentosuna, Westminister’e ne zaman adım atsam, her seferinde tarihle flört duygusu uç veriyor.
Salonlar, koridorlar, yağlıboya tablolar, heykeller... Tarih ve gelenek kokuyor etraf...
Lortlar Kamarası’nda bir lortla yemek yerken sözü Türkiye’ye, Erdoğan hükümetine getiriyor:
“Arap baharı dolayısıyla Türkiye’den model, örnek bağlamında çok söz ediliyor. Ama iş realiteye gelince, ülkenizde vaziyet pek parlak gözükmüyor demokrasi konusunda...”
Lort ekliyor:
“Ama Arap baharı, Suriye, İran, Irak derken bölgesel istikrarsızlık nedeniyle Türkiye stratejik açıdan yine değer kazandı. Galiba bu nedenle de Amerika’sı, Avrupa’sı Türkiye’deki demokrasi ve özgürlükler konusundaki olumsuzlukları görmezlikten geliyor.”
“Soğuk Savaş dönemindeki gibi mi?” diye sorunca, gülüyor, “Benzetilebilir” diye yanıtlıyor.
Kendini PKK’ya yakın hisseden genç adam bu durumdan rahatsız.
Sosyoloji okumuş Londra’da. Çok iyi İngilizce konuşuyor. “Suriye’de yaşananları her gün çarşaf çarşaf veren Britanya medyası, Uludere katliamını neredeyse görmezlikten geldi” diye yakınıyor.
Bu konu çarşamba akşamı Avam Kamarası’ndaki bir salonda yapılan toplantıda da (*) tartışıldı. Daha doğrusu, aynı genç, Uludere’yle ilgili olarak İngiliz basınındaki ilgisizliğin nedenlerini bana sordu.
Anlatmaya çalışırken bir noktaya daha değindim:
PKK’nın imajı...
Yıllar içinde Batı Avrupa kamuoyunda bu imajın iyiye değil, kötüye gittiğini, bunun temel nedeninin ise PKK’nın siyaset aracı olarak hâlâ silah ve şiddet kullanması olduğunu belirttim. Bu durumun Batı’da, PKK silahlara veda etmediği sürece daha da derinleşeceğini, kötüye gideceğini söyledim.
Şunu da ekledim:
“PKK silahlara veda ederse, Kürt siyasal hareketi içte ve dışta daha çok güçlenir, seçim sandığında Ak Parti’ye giden oyları da kazanmaya başlar.”
Bu sözlerim salonda tabii mırıldanmalara yol açmadı değil.
Elbette devletin de yapması gerekenler var. Elbette Kürtlerin eşitliği önemli...
Silahları gömmenin öyle kolay olmadığını ben de biliyorum. Murat Karayılan’ın bana Kandil’deki sözünü de hatırlattım:
“Dağa piknik yapmaya çıkmadık ki.”
Ama bunun anlamı, Kürtlerin eşitliğine ilişkin istekler devlet tarafından karşılanmadığı sürece, silah ve şiddete devam mı?
Yoksa parmakların tetikten çekildiği, ateşkes yapıldığı ortamda, bir barış sürecini başlatmak mı yeniden? Ve afları da öngören bir ‘yol haritası’nın belli bir aşamasında silahlara veda etmek mi?
Doğru olan ikinci yol.
Bunu da belirttim konuşmamda.
Ama bu arada Başbakan Erdoğan ve demokrasi kültürü konusundaki kuşkularımı da, özgürlükler alanında tanık olduğum gerilemenin de altını çizdim.
Türkiye’nin fena halde manik-depresif bir memleket olduğunu, iyimserlikle kötümserlik arasındaki gel-gitlerin gitgide hızlandığını gülüşmeler arasında anlatmaya çalışırken, Siverekli genç kızın sözlerini tekrarladım:
“Barış yaklaşırken uzaklaşıyor, uzaklaşırken bir bakıyorum yaklaşıyor. Üzülüyorum memleketin bu hallerine...”
Ben de ekliyorum:
“Şimdilerde galiba barışın ne yazık ki uzaklaştığı bir dönemi yaşamaktayız. Ama yarın ne olur bilinmez. Bir bakarsınız birden umut yolculuğu yeniden başlamış...”
Bu arada Bejan Matur’u dinlerken bazı notlar alıyorum. Uludere katliamı konusunda benim duygu ve düşüncelerimi de ifade ediyor:
“Tarihte bir yere not düşüldü. Artık analar ağlamasın diyerek yürekleri titreten bir Başbakan yok. Çünkü analar ağladı ve Başbakan duymadı.
Uludere bir milattır.
Artık Uludere’den önce ve sonra diye başlayacak söz. Duygusal, zihinsel, siyasal anlamda gerçek bir yarılmadır Uludere.
Dünyanın neresinde olsa bu türden asimetrik güç kullanımı mahkûm edilir. F-16’ları kendi sivil vatandaşınıza karşı kullanmaya uluslararası hukuk da müsaade etmez.
Hataydı, kazaydı, yanlış istihbarattı ne fark eder ki? O insanların acısı karşısında nasıl tavır sergilediniz?
O kadar insanın öldüğü bir trafik kazası bile olsa Başbakan bakanlarını alır, cenazede saf tutardı.
Bildiğimiz Başbakan tabuta omuz verirdi.
Ama artık bilmediğimiz bir Başbakan var.
Bırakın o insanların yasını paylaşmayı, üzüntü bile hissetmeyen bir Başbakan...
Kürtler o gün ne kadar yalnız olduklarını gördüler.
Bugüne kadar hitabetindeki samimiyetle insanları etkileyen Başbakan, yönettiği devletin sebep olduğu ölümler karşısında o kadar duygudan uzak olmayı başarabildi.”
İşte böyle...
__________________________
* Centre For Turkey Studies and Development, CTSD Westminister Forum: Democratisation and Political Reform in Turkey.
Yorum Yap