- 12.01.2012 00:00
Urfa, Siverek doğumlu. Ailesiyle sürgüne gitmiş. Paris’te büyümüş okumuş, şimdiLondra’da doktorasını yapan genç bir kız diyor ki: “Barış bazen gelir gibi olurken kayboluyor, uzaklaşırken de gelir gibi oluyor. Üzülüyorum.”
LONDRA
O söz kafamın içinde: “Barış yaklaşırken uzaklaşıyor ya da uzaklaşırken yaklaşıyor.”
Urfa’da, Siverek’te doğmuş.
Daha yirmili yaşlarında.
Annesi babasıyla ‘siyasal nedenler’le mülteciolarak geldikleri Paris’te büyümüş, üniversiteyi de okumuş. Şimdi Londra’da siyaset bilimi dalında doktora yapıyor.
“Bizim oraları düşündükçe üzülüyorum. Barış bazen gelir gibi olurken kayboluyor.”
İçim acıyor.
Londra’nın kuzeydoğusuna doğru yol alıyoruz. Stoke Newington, Hackney. Bir zamanlar, tekstil fabrikalarında çalışan İngiliz proleteryasının yoğun olarak yaşadığı semtler...
“Şimdi daha çok Türkiyeliler yaşıyor. Türkler, Kürtler, Aleviler, Fethullahçılar, Süleymancılar...”
“Kendilerine Türk değil, Kıbrıslı Türk diyenleri unutma.”
Neon ışıklarını izliyorum:
Kumkapı, Mangal, Türkiye Bar, Urfa Ocakbaşı, Aziziye Halal, Cız Bız Köfte, Ro Bar.
“Ro, Kürtçe güneş demek...”
Yemekli toplantı için vakit daha erken. Adı, Daniel Defoe olan bir pub’a uğruyoruz.
“Abi bak, Daniel Defoe on dokuzuncu yüzyılda şu sokağın köşesindeki evde yaşarken yazmış Robinson Crusoe’yu...”
Barın arkasında genç bir kız.
Muş-Varto’dan Londra’ya, gurbete gelmiş on iki, on üç yıl önce. Şarkı söylemeyi, dans etmeyi öğreniyor sahneye çıkmak için. Bazı müzikallerde ufak tefek roller kaptığını söylüyor Ayten...
İyi bir viski söyleyince, barın arkasındaki İngiliz abartıyor:
“Viski içki değil, tapılacak bir inançtır.”
Hiç duymamıştım diyorum.
La Sera, deniz ürünleri restoranı.
Sahibi, Sivaslı bir Kürt Alevi.
Bir gence, sen nesin deyince gülüyor:
“Babam Kafkas göçmeni, Terekeme... Annem Karadenizli ama Gürcü yanı ağır basar.İstanbul’dan buraya geldim, turizm işi yapıyorum.”
Soruyorum, Elbistanlı diyor, Pazarcıklı diyor ama Maraşlı demiyor. “Neden mi öyle?” diye devam ediyor, “24 Aralık 1978’i unutmadık da ondan, Kahramanmaraş katliamı yüzünden...”
Anlatıyor:
“Biz dedik ki, Maraş’ta yitirdiğimiz canları Maraş’ta anmalıyız dedik. İki yıl önce biz başlattık bunu... Buraya beş dakika uzaklıkta Sivas Şehitleri Anıtı var. Kamuya ait bir alanda ilk defa dikilen bir anıt bu... 2 Temmuz 1993 tarihini de unutmuyoruz, Madımak Katliamı’nı... Bunları yapan Hackney Belediyesi, İşçi Partili bir belediye...” Devam ediyor:
“Alevilik burada İngiliz ders müfredatının bir parçası oldu iki ay önce. Yaşayan din kültürleri çerçevesinde öğretiliyor. Almanya’da seçimlik derstir, burada ise mecburi. Eşit vatandaşlık dediğin işte bu, sizi ötekileştirmekten kurtaracak bir anlayış...”
La Sera’da iğne atsan yere düşmeyecek.
Herkes var, küçük Türkiye.
Türkiye’yi, sanki bir tımarhaneyi konuşuyoruz, o kadar renkli, o kadar karmakarışık ve güzel ki.
Gurbette buluşan, memleket hasretiyle de yanmaya devam eden insanların duyarlıklarına dokunmak, iç dünyalarını hissetmek için güzel bir ortam...
Dersimli bir Kürt Alevi:
“Nerde güneş varsa, bulur oranın en güzel kirazını getirtip satarım Londra’da...”
“Bak o Fethullahçıdır ama iyi insandır.”
“Şu Süleymancıdır. Burada çok iyi örgütlü Süleymancılar, üç camiden biri onların... Fethullahçılarla araları iyi sayılmaz, fena halde rekabet var.”
Kürt diasporası, PKK’lılar, Aleviler, Türkler, Kıbrıslı Türkler... İrili ufaklı işadamları... Herkes iç içe...
Yanıma yaklaşıyor:
“Hasan abi, kırmızı kravatını az önce çıkarıp cebine koydun. Kırmızı kravatına fena takmıştı, 12 Eylül’ün Haydar Saltık Paşa’sı... Hatırladın mı?..”
Şaşırınca, devam ediyor:
“Tank Sesiyle Uyanmak isimli kitabında yazmıştın. O kare gözümün önündedir. Senin kırmızı kravata el atar, evirir çevirir senin komünistliğini ima eder 12 Eylül’ün Paşası...”
“Yıllar ne çabuk geçiyor.”
“Ben Diyarbakır’danım. İlk defa 16 yaşındayken ‘bölücülük’ten hapse atıldım. 32 yılım sürgünde geçti. Rızgari grubundandım, Ümit Fırat’ı tanırım.”
Saat çok geç ama cep telefonumla Ümit’i uyandırıp gurbetteki arkadaşına veriyorum.
“Barış ne olacak?..”
“Türk devletinin niyeti var mı sorunu çözmeye?”
En çok sorulan iki soru...
Biri diyor ki:
“Barış çift taraflı bir iş... Barışı savaşanlar yapar.”
Gurbette yaşayan insanların hiç bitmeyen sorularına yetişemiyorum. Gurbeti yaşayan insanların duyarlıkları ise içimi acıtıyor.
Sakallı biri, Afşin-Elbistanlı.
Sosyalist Kürt olduğunu söylüyor.
PKK’yı soruyorum ona.
Yanıtı şöyle:
“PKK iyi bir temsil olmadı. Ama PKK eleştirisi bizim içimizde saklıdır.”
PKK’lı olmayan birçok Kürtten duyduğum bir cevap...
Bejan Matur’dan sonra sahne alıyorum. Ve Siverekli genç kızın sözleriyle başlıyorum konuşmama:
“Barış yaklaşır gibi olurken uzaklaşıyor, uzaklaşır gibi olurken birden yaklaşıyor sanki...”
Yorum Yap