- 4.12.2011 00:00
Yağmurlu, rüzgârlı melankolik bir hava... Sahnede, yanık yanık hüzünlü İrlanda şarkıları söyleyen gencecik kız... Johnnie Fox’s’ta güzel bir gece... Ben Dublin’i ve İrlandalıları sevdim. Ve yine düşündüm: Yaşamak için ille de acı çekmek mi lazım diye...
Dublin’de kaldığımız şatonun büyücek bir odasının tavanında çepeçevre çıngıraklar asılıydı.
Küçükten büyüğe doğru sıralanmışlar, altlarına da oda ve salon isimleri yazılmıştı.
Pembe oda, kütüphane, kırmızı ziyafet salonu, yeşil misafir odası, çalışma, bilmem ne yatak odası gibi...
Bir zamanlar 1400 hektarlık toprağın üstünde bir soylunun yaşadığı bu şatoda trafik, çıngıraklar sayesinde düzen içinde yürürmüş.
Hizmetkâr ve uşaklar çalan çıngırağın sesinden hangi odaya koşturacaklarını bilirlermiş.
İngiliz soyluları, mükellef şatolarında güzelce yaşayıp yüzyıllar boyu yönetmişler İrlanda’yı.
Ama İrlandalıların da kendileri değil, İngilizler gibi olmalarını istemişler.
Bunun için İrlandalıların kendilerine özgü elbiselerini giymeleri, çocuklarına İrlanda adı koymaları ya da İrlanda dili Gaelic’i öğrenip kamuya açık yerlerde konuşmaları yasaklanmış...
Kısacası:
İrlandalılar ikinci sınıf sayılmış, bu nedenle de sık sık ayaklanmışlar.
Milyonlarcası hem ‘ikinci sınıflık’tan usandıkları, hem de yoksulluktan bunaldıkları için sürekliAmerika’ya göç etmiş...
Katolik İrlandalılar ile ötekiler arasında bir zamanlar nasıl bir duvar yükseldiğini, bir Protestan’ın ağzından geçen gün hayretle dinledim:
“18 yaşıma kadar ne bir Katolik görmüştüm, ne de bir Katolik’in elini sıkmıştım. Bir Katolik’e ilk kez üniversiteye girdiğim zaman rastlamıştım.”
Bunu yapan Britanya’ydı.
‘Üzerinde güneş batmayan’ bir imparatorluğu kuran ve Londra’dan yöneten soylulardı, egemenlerdi, bütün bu eşitsizlikleri yüzyıllar boyu yaşatan...
O yüzden Dublin’de nereye gitseniz, Britanya’ya başkaldıranların izleri göze çarpıyor.
Onlar kahramanları çünkü...
Bu bakımdan, Johnnie Fox’s adını taşıyan pub ya da birahanenin gerçekten ayrı bir yeri var.
Kuruluş tarihi 1798.
İrlanda’nın ‘en yüksek pub’ı diye ünlenmiş. Değil dağı, doğru dürüst tepesi bile olmayan bir ülkenin en yüksek yerine kurulmuş Jonnie Fox’s...
Yağmurlu, ıslak bir akşam gittik buraya. Rüzgar, şemsiyeleri tersine çeviriyordu.
Bir anda sırılsıklam oldum.
Tipik bir İrlanda havası dediler, melankolik, hüzünlü...
Kim bilir belki de bu havaydı, İrlanda’dan büyük şair ve romancıları, Yeats’leri, James Joyce’ları,Oscar Wilde’ları çıkartan...
Bir yere çerçeveli asmışlardı:
“Bu pub, James Joyce Pub Ödülü’ne layık görülmüştür.”
Her taraf ahşap. Hem bu hali, hem şöminesi ve Black Bush marka İrlanda viskisi içimi ısıtıverdi.
En çok Michael Collins adını taşıyan duyurular gözüme çarptı duvarlarda. Çünkü o, 1910’larda, 1920’lerde Güney İrlanda’nın Britanya’dan bağımsızlığını getiren kahramanlarından biriydi, sonradan bir suikasta kurban giden...
1922’de, Johnnie Fox’s’ta yapılan bir toplantının sararmış bir duyurusu vardı duvarda:
“Sinn Fein paneli...
İrlanda’nın bağımsızlığı, birliği ve barışı...
1922...
Michael Collins.”
Ve kendisi de sıkı bir İrlandalı olan Bono’nun sesi, Britanyalı güvenlik güçlerinin İrlandalılara yaşattığı o ‘Kanlı Pazar’ı anlatan şarkısı kulağıma çalınıyordu pubda:
Gözyaşlarını sil
Gözyaşlarını tamamen sil
Gözlerindeki kanları sil
Pazar, kanlı Pazar
Ve bugün milyonlar ağlıyor.
Salman Rushdie’nin, Vaclav Havel’in, John F. Kennedy’nin, Bono ve U2’nun fotoğrafları...
Duvarlarda yok yok.
Sonra sahneye biri, yanık yanık hüzünlü İrlanda şarkıları söyleyen bir kızla, gitar çalan iki erkek çıktı.
İrlanda’nın havasından mı, suyundan mı nedir, bende de melankoli galiba zirve yaptı.
Güzel bir geceydi.
Johnnie Fox’s’ta yedik içtik eğlendik.
Ben Dublin’i ve İrlandalıları sevdim.
Ve yine düşündüm:
Yaşamak için ille de acı çekmek mi lazım diye...
İyi pazarlar!
Yorum Yap