- 16.11.2011 00:00
Futbolumuzda altyapısıyla, zihniyetiyle radikal bir değişim gerekiyor
Hırvatistan karşısında İstanbul’da kaybettiğimiz maçı büyük bir hayal kırıklığıyla izlemiştim. Dün gece Zagreb’de de geleceğe dönük umutlarım, İstanbul’a kıyasla daha iyi oynamamıza rağmen tazelenmedi.
ZAGREB
Hayallerimiz vardır, kaybetmek istemeyiz. Bazen hayallerimizin peşinden koşar, bazen de sürüklenir gideriz onların arkasından...
Umutsuz yaşanmaz ki.
Benim futbolla ilgili hayallerim vardır, çocukluğumdan beri beslediğim.
Uğruna küçük yaşta bir kere bacağımı, iki kere kolumu kırdığım meşin top sevdasını bugün de yaşamaya devam ediyorum.
Galatasaray’ın ve milli takımın Fatih Hoca’yla Avrupa’da yakaladığı büyük başarılar, Şenol Hoca’yla Dünya Kupası’ndaki üçüncülük yıllardır benim düşlerimi süsleyen heyecanlardır.
Tutulduğum bu duygu fırtınaları hiç bitmesin, devam etsin isterim.
İşte onun için de, Hırvatistan karşısında 3-0 kaybettiğimiz milli maçı büyük bir hayal kırıklığıyla, içim acıyarak izledim.
Sanki hayallerim çalındı!
Ya da bu dünyada iyi ki futbol var diyenlerin, futbol fanatiklerinin hayallerine ihanet edildi Arena’da...
Yazık.
Aslında biliyorum, futbolumuz inişte. Hatta şike soruşturmasıyla birlikte yerlerde sürünmeye başladığı söylenebilir.
Futbolun bu halleri Türkiye’ye yakışmıyor.
Her bakımdan tepeden tırnağa yenilenmesi, planlanması gerekiyor futbolumuzun.
Hem de köklü biçimde, radikal tarafından.
Başka türlü ayağa kaldırmak çok güç bu ‘güzel oyun’u bizim memlekette...
Arena’da tel tel dökülerek oynadığımız maçı, feci yenilgimizi Londra’da bir kahvede tesadüfen genç Hırvatlarla birlikte seyrettim.
Kolayca yediğimiz her golde ben kahrolurken, Hırvatlar 2008 Avrupa Şampiyonası’nda bize karşı aldıkları o son dakika yenilgilerinin acısını büyük keyifle, heyecanla çıkardılar.
Haklarıydı.
Viyana’daki o geceyi ben de unutamam.
119. dakikada 1-0 geriye düşüp 121’de, son saniyede Semih’in müthiş volesiyle beraberliği yakalayıp penaltılarla yarı finale yükseldiğimiz, klasik deyişle ölüp ölüp dirildiğimiz o maç düşlerimden hiç eksik olmadı.
Ne güzel günlerdi.
Viyana’daki maç biter bitmez, gazeteci milleti, “Yazık buraya kadarmış!” diye noktaladıkları yazılarına takla attırırken, ben basın toplantısına koşturmuş, Hırvatların rock gitarcısı olan tek kulağı küpeli teknik direktörü Slaven Biliç’in hemen karşısına oturmuştum.
Perişandı.
Belli, acı çekiyordu.
“Duygularınızı merak ediyorum.”
Sorumu içtenlikle yanıtlamıştı:
“Nasıl olayım, bu maçı hayatım boyunca unutmayacağım.”
Biliç, üç yıl sonra İstanbul’da bu mağlubiyetin acısını herhalde çıkarmıştır. Her golden sonra zıp zıp zıplıyordu sevinçten...
Ama yine de Slaven Biliç, 3 farklı galibiyete rağmen bu Türklerin sağı solu belli olmaz diye evine dönmüş olabilir.
Ben de böyle geldim Zagreb’e, futboldur bu hiç belli olmaz diye, mucizelere kapıyı açık tuttuğu için de ‘güzel oyun’dur futbol diye...
Mucize mucizedir.
Zagreb’e ayakları geri geri giderek gelen gazeteci milleti de umutsuzdu. Ama baktım, biraz eşeleyince altından Neuchatel mucizesi el sallıyor, moralinizi bozmayın diye...
Yıl 1988.
Avrupa Kupası’nda Mustafa Denizli Hoca’nın Galatasaray’ı deplasmanda İsviçre’nin Neuchatel’ine 3-0 yeniliyor.
Takımına güvenen Mustafa Hoca, Galatasaray’ı hemen ateşliyor:
“3 yedik ama biz bu takıma Ali Sami Yen’de 4 çekeriz!”
4 değil, 5 çekiyor Cim Bom...
Önce hayal edeceksin!
Basın toplantısında Guus Hiddink’i izliyorum. Kariyeri başarılarla dolu bir hoca... Ama sanki tarafsız bir Birleşmiş Milletler gözlemcisi gibi konuşuyor. Oysa benim ruh halim farklı bir şeyler istiyor.
Fakat Hiddink bile, üç kez “belki belki belki” dedikten sonra olsa bile, “Bakarsınız, hiç akla gelmeyeni gerçekleştiririz” diye ekledi.
Yanında, Hırvatlara karşı stoper olarak ilk kez milli formayı giyecek olan 22 yaşındaki Ömer Toprak vardı.
Ona sorduk maç tahminini.
Almanya’nın Bayer Leverkusen takımının savunma göbeğinde başarıyla oynayan Ömer benim duygularıma da tercüman oldu:
“Bu futboldur, belli olmaz. Hırvatların bize İstanbul’da yaptıklarını, biz de onlara kendi evlerinde yapabiliriz.”
Futbolumuzun dibe vurduğu bir dönemde işimiz maalesef ‘mucize’lere kalmış durumda.
Bu duygularla maçın yapılacağı Maksimir Park stadına doğru yola çıkıyoruz, suratlarımız bir karış...
Ama ne yazık ki 90 dakikanın sonunda mucize olmadı, yine hayal kırıklığına uğradık.
Zagreb’te tam 9 değişiklikle yepyeni bir takım çıktı Hırvatların karşısına. Daha iyiydik İstanbul’a göre.
Fakat yine geleceğe dönük herhangi bir umut ışığı yanmadı futbolumuz adına.
Şu söylenebilir:
Bu kötü halimizle bile Hırvatistan’ı geçebilirdik.
Ancak, takım olarak üstümüze sinmiş ruhsuzluk ve Guus Hiddink yönetiminin baştan beri yapmış olduğu yanlışlar Türk futbolunun dibe vurmasına yol açtı.
Uzun lafın kısası:
Futbolumuzun altyapısıyla, zihniyetiyle radikal bir değişime ihtiyacı var.
Yorum Yap