47 yıllık gazeteciyim, başka hiç işim olmadı.
Bugün de öyle, aktif gazeteciliği sürdürmeye çalışıyorum.
Bu mesleği hep severek yaptım.
Muhabirlikten sayfa sekreterliğine, yazı işleri ve haber merkezinden Ankara temsilciliğine, genel yayın yönetmeliğine, köşe yazarlığına kadar her kademesinde çalıştım.
Köşe yazarlığını gazetecilikten koparmamaya özen gösterdim.
Şunu belirtmeliyim.
Nadir Nadi’nin başyazarlığında, Cumhuriyet’te geçirdiğim 12 yılı genel yayın müdürlüğü olan 18 yıl, meslek hayatımda apayrı bir iz bırakmıştır.
Bu arada, kısa adı IPI olan Uluslararası Basın Enstitüsü Yürütme Kurulu’ndaki dokuz yıllık çalışmam da demokrasilerde, Avrupa ve Amerika’da ciddi gazeteciliğin ne olup ne olmadığı konusunda bana çok şey öğretmişti.
Devletle gazeteci, siyasal iktidar ve siyasetçiyle gazeteci arasında olması gereken mesafe...
Gazetede, haberle yorum bölümleri arasından geçen ince çizgi...
Yazı işleriyle pazarlama ve finans bölümlerini ayıran duvar...
Gazetecilik mesleğinin temel ilkelerini koruyabilmek adına, gazete patronajıyla yazı işleri arasında yapılacak bir ‘editoryal anlaşma’nın önemi...
Böyle bir anlaşma sayesinde, gazeteciliğin temel ilkelerini patronaja karşı da savunmanın kapısını açmak...
Bütün bu konular, en başta devlet olmak üzere siyasal ve ekonomik ‘güç odakları’ndan bağımsız ve özgür gazeteciliğin genel çerçevesini çizer.
Ve bütün bunların şöyle ya da böyle işlediği ülkelerde birinci sınıf demokrasi de işler.
Şimdi, epeyce eskiye giden bir hukukum olan Aydın Doğan’ı hatırladım.
Bu konuları kendisine açtığım zamanlarda hem benimle tartışır, hem de, “Hasan Cemal’in romantik görüşleri” demeyi ihmal etmezdi.
Belki de haklıydı.
Şu soru ister istemez aklıma takılıyor.
Bütün bu alt alta özetlediğim gazetecilik ilkelerini bilirdim, savunurdum ama 47 yıllık meslek hayatımda ne kadarını, nereye kadar uygulayabilmiştim?
Yanıt beni mutlu etmiyor.
İyi şeyler de yaptım.
Bağımsız ve özgür gazeteciliğin yollarında, hem gazete yöneticisi, hem çalışanı ve yazarı olarak yürüdüm.
Bugün de yürüdüğümü düşünüyorum.
Ama her şey tam istediğim gibi olmadı.
Hiçbir zaman olmadı.
İdealimdeki gazeteyi, gazeteciliği yapamadım.
Ayrıca, bu meslekte günahlarım da var, sevaplarım da...
Bugüne gelince...
Meslekteki 47 yılın sonunda, gazeteciliğin mevcut halleri gerçekten içimi acıtıyor.
Devletle gazete arasındaki mesafe...
İktidarla gazete arasındaki mesafe...
‘Muktedir’le gazete patronları ve yöneticileri arasındaki tabilikilişkileri...
Ve bu çerçevede olması gereken medya bağımsızlığı, medya özgürlüğü...
Hazin durumdayız.
Genel yayın yönetmeni atamaları ‘iktidarın başı’na soruluyor.
Medyanın köşe taşları Saray’ın onayı olmadan yerinden kımıldamıyor.
Temel konularla ilgili habercilik, yayın politikaları ancak onun yeşil ışığıyla şekilleniyor.
Köşe yazarlarına neyi ne kadar eleştirebileceklerine, hangi konuya ne kadar gireceklerine dair ince ayarların işaretleri onun tarafından veriliyor.
Muktedir öylesine bir korku salmış durumda ki, medya alanında istediği gibi at oynatıyor.
Özellikle ekonomik bakımdan dizginler onun elinde.
Medya patronlarının geleceği, onun iki dudağının arasından çıkacak bir çift söze bakıyor.
Medyadaki iç gelişmeler bile kendisine rapor edilebiliyor.
Erdoğan’ın ‘mutlak iktidarı’nda medyanın geldiği acıklı nokta böyle özetlenebilir.
Çok yazık.
Hem gazetecilik, hem demokrasi adına gerçekten hazin.
Ama yine de not düşmekte yarar var.
‘Gazeteci milleti’yle demokratların bu ülkede bağımsız ve özgür medya için verecekleri mücadele, demokrasinin de yollarını açacak.
Bu konuda iyimserliğimi korumaya çalışıyorum.
İnşallah bu kötü günler de geçer.
Peki, ben bu yazıyı neden yazdım?
Doğan Medya Grubu’nda yaşanan MAY olayı yazdırdı bana bu satırları...
Yorum Yap