- 16.10.2011 00:00
1990’ların başında Başbakan Demirel, medyada PKK haberlerine kızar, GenelkurmayBaşkanı Güreş suç duyurusunda bulunur,DGM savcıları da harekete geçerdi
Bu meslekte yıllar geçtikçe “Ben bu filmi görmüştüm!” duygusu güçlenir.
İyi mi, kötü mü bilemem ama öyledir.
Cumhuriyet gazetesi yıllarımdan Nadir Nadi’yi anımsıyorum.
Patron ve başyazarım Nadir Bey, her öğlen karşısına geçip benim heyecanla anlattığım bazı şeyleri kayıtsız bir havada dinler, arkasından kocaman bir “Yaaa!” çekmekle yetinirdi.
Bu yaaa nidasının şaşırmak anlamı taşımadığının farkına zamanla varmıştım. Bu kocaman ‘yaaa’nın altında ben bu filmi görmüştüm duygusu yatıyordu.
Daha önce de yazabilirdim bu yazıyı. Ama ben bu filmi daha önce görmüştüm duygusu uç verdiği için olacak, Başbakan Erdoğan’la ilgili bu eleştiri yazısını geciktirdim.
Erdoğan’ın medyaya yönelik bir eleştirisi var. Şiddet ve terör haberlerinin medyada geniş yer bulmasına karşı çıkıyor. Bu haberciliğin PKK ile mücadeleyi olumsuz etkilediğine inanıyor.
Bu arada PKK liderleriyle gazeteci milletinin görüşmesine de karşı Tayyip Erdoğan.
Benim Murat Karayılan’la yaptığım Kandil görüşmelerini de birkaç kez gıyabımda adımı zikretmeksizin eleştirdiğini biliyorum.
Mehmet Ali Birand’ın geçen gün Posta’daki köşesinde, Başbakan Erdoğan’ı medya ve terör konusundaki bu tutumundan dolayı eleştiren yazısını okuyunca, ben de bu satırları yazdım.
1980’li yıllarda kısa adı IPI olan Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Yürütme Kurulu üyesiyken, basın ve terör konusu gündemden hiç düşmezdi.
Ve “Basın devlete yardımcı olsun!” sesleri hoşumuza gitmezdi.
Yıl 1985, Londra’da bir konferans.
Amerikan The Washington Post gazetesinin sahibi Katherine Graham konuşuyor:
“Basın olarak terörist faaliyetlere ayıracağımız yeri sınırlamaya çağrılıyoruz. Ancak ben bu konuda bilgi akışı üzerindeki her türlü kısıtlamaya karşıyım. Terör eylemlerinin basın tarafından mümkün olduğunca kapsamlı biçimde yansıtılmasından yanayım.
Bazı politikacılar, teröristlerin mesajlarına halkın inanacağından korkuyorlar. Bu nedenle de basını susturmaya çalışıyorlar.
Kısacası basın, haberleri toplayarak ve yapabildiği ölçüde gerçekleri en iyi biçimde yansıtarak demokrasinin çıkarlarına en iyi biçimde hizmet eder.”
Washington Post’un sahibinin bu görüşlerini 1992’deki bir köşe yazımda aktarmıştım.
O tarihlerde Başbakan Demirel, tıpkı bugün Başbakan Erdoğan’ın yaptığı gibi basını, gazetecileri eleştiriyordu PKK’ya ilişkin habercilik konusunda, tam 19 yıl önce.
Ben de o zaman Demirel’i eleştirmiştim:
“Mehmet Ali Birand 32. Gün programında, PKK lideri Apo’nun kardeşi Osman Öcalan’la bir mülakat yayınladığı için Başbakan Demirel’in eleştirisine hedef oldu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Güreş suç duyurusunda bulundu. Devlet Güvenlik Mahkemesi de soruşturma açtı.
Çıkar yol değil bunlar.
Herkesin kendi mesleğine göre yerine getirmek durumunda olduğu görevleri vardır.
Gazeteci de gerçeğin peşindedir.
Onun gerçeği yazması, terörle mücadeleyi aksatmaz. Tam tersine, demokrasi ve hukuk devletinin değirmenine su taşır.
Evet, herkesin mesleği kendine...” (*)
İyi pazarlar!
* Hasan Cemal; Devlet, Gazeteci ve Gerçek; Sabah gazetesi, 13 Aralık 1992.
Yorum Yap