- 3.01.2013 00:00
Beyrut’tan, bölgenin aynasından
Gördüğün kadar biraz da okuyabilirsen ‘Beyrut aynası’nı, 2013 yılının tüm Ortadoğu’ya,Arap alemine hiç de iyilikler getirmeyeceğini söyleyebilirsin. Bölgeyi, halen yaşanmakta olan altüst oluşlardan çok daha korkunç kabusların beklediğini öngörebilirsin.
Hasan Cemal Beyrut'ta, Şatila Filistin Mü¨lteci Kampı’nda Yasser Arafat'la baş başa. Fotogˆraf: Berna Bora
BEYRUT
Boşuna ‘bölgenin aynası’dır dememişler Beyrut için... Ben de birkaç gün baktım o aynaya, görmeye çalıştım.
Kimleri mi gördüm?
Neler mi geçti gözümün önünden?
Cemal vardı aynada.
‘One minute Erdoğan’ı sık sık gördüm.
İstanbul vardı. Muhteşem Yüzyıl eksik değildi.
Ama en çok Suriye vardı.
Irak’la İran da tabii. Elbette Amerika ve Rusya da.
Şiiler, Lübnan’da devlet içinde devlet olan Hizbullah, Sünniler, Filistinliler, İsrail’in acımasız tavrıyla barış umudu iyiden iyiye sönmekte olan Filistin sorunu, Aleviler, ılımlısıyla radikaliyle İslamcılar, Hıristiyanlar, Dürziler, Kürtler...
Hepsi vardı Beyrut aynasında. Bu aynaya şöyle bir bakınca, yaşanan fazla yoğun tarihin burada insanları nasıl yorduğunu da görebiliyorsun.
Biraz da okuyabilirsen bu aynayı, 2013 yılının tüm Ortadoğu’ya, Arap alemine hiç de iyilikler getirmeyeceğini söyleyebilirsin. Bölgeyi, halen yaşanmakta olan altüst oluşlardan çok daha korkunç kabusların beklediğini öngörebilirsin.
Beyrut aynası böyle diyor.
Ama ben önce yine Cemal’le ‘one minute Erdoğan’dan başlayayım.
Bir Kürt olan Cemal’in ailesi Mardinli, Adana üzerinden Lübnan’a göç etmiş. Cemal Beyrut’ta doğmuş. İç Savaş sırasında annesi Cemal’i alıp Adana’ya dönmüş. Türkçeyi böyle öğrenmiş Cemal. Şimdi şoförlük yapıyor Beyrut’ta. Havalimanında arabasına binerken bana dedi ki:
“Hasan Abi seni Kürtler kitabından tanıyorum. Erdoğan ne yapacak Kürt meselesinde? Suriye’de ne olacak?”
Erdoğan’ın lakabı Beyrut’ta daha çok one minute Erdoğan diye geçiyor. ‘Arap sokağı’ndaki popülaritesinin devam ettiği anlaşılıyor. Ama Beyrut elitinde farklı bakış açıları da var. Önde gelen televizyon yorumcularında biri şöyle dedi:
“Erdoğan’ın reytingi eskisi gibi değil, düşmeye başladı. Söyledikleri başlangıçta heyecan uyandırdı ama sonrası gelmedi. Özellikle Suriye konusunda daha çok beklenti uyandırmıştı. Sözle eylem meselesi yani...”
Öte yandan Türkiye’nin ekonomik performansı ilgi ve övgü konusu. Turizmle yakında ilgili bir siyasetçi şöyle dedi:
“Yılbaşı için 2 bin kişi Türkiye’den gelmiş Beyrut’a. Bu çok önemli. Suriye yüzünden turizm büyük bir darbe yemiş durumda. Suudi Arabistan, Katar, Körfez ülkeleri Lübnan’ı da tehlikeli bölge ilan ettiler. Bıçak gibi kesildi turist akımı...”
İstanbul ve Muhteşem Yüzyıl Beyrut elitinin dilinden düşmüyor. İstanbul’un her geçen yıl bir başka türlü çekici hale geldiğini, her fırsatta tatil için İstanbul’a gittiklerini söylüyorlar.
Erdoğan’ın Muhteşem Yüzyıl eleştirisini paylaşmadıklarını belirten bir işadamı, bunun Erdoğan’ın otoriterleşme yolundaki bir işaret olarak görüldüğünü söyledi.
Beyrut’un aynasında Erdoğan ve demokrasi eksik değil. Bu mesele hem Türkiye’de istikrar, hem de Arap alemine model açısından önemseniyor.
Lübnan hükümetinin Hıristiyan bir üyesi şöyle dedi:
“İslamcılık yükselişte. Irak’tan 1 milyon Hıristiyan göç etmek zorunda kaldı. Mısır’da olanlara bakın. Suriye’de de Esad sonrası parlak gözükmüyor; bir söz var her tarafta, Aleviler tabuta, Hıristiyanlar Lübnan’a diye, (Kasım ayında Celal Talabani de bana bunu söylemişti). Erdoğan da pek öyle güven vermiyor. Galiba onun demokrasi anlayışı da tramvay anlayışı gibi, yani kendi durağına gelince inmek...”
Beyrut öyle bir yer.
Etnik, dinsel, mezhepsel kimlikler, daha sohbetler örülürken kendini hemen ele veriyor. Ya alınan tavra göre kendiliğinden ya da soruya cevap olarak kimin ne olduğu anlaşılıyor.
Örneğin, Şii Hizbullah’tan yana çıkan Lübnanlı işadamı Hıristiyan’dı. Uzun yıllardır Beyrut’ta yaşayan Ortadoğu uzmanı İngiliz gazeteci ve yazar Robert Fisk’i ‘Suriye Devrimi’ne karşı Esad rejiminin yanında yer almakla suçlayan tarihçi, Suriyeli bir Sünni’ydi.
Merak edip sordum Lübnanlı bir işadamına Şii mi, Sünni mi, Hıristiyan mı, Arap mı, Filistinli mi diye sordum. Güldü, elini şöyle bir sallayarak cevap verdi:
“Sünnetliyim!”
“Yahudi de olabilirsin.”
“Daha önce Brezilya pasaportum vardı. Filistinli bir işadamı arkadaşım Brezilya’da tank imal ediyor, Irak’a da satıyordu. Bana Brezilya pasaportu sağlamıştı. Irak Savaşı çıkınca vazgeçtim bu pasaporttan...”
“Şimdi nesin?..”
“Sünniliği de bıraktım Şii’yim!”
“Nası yani?..”
“Sünnilikte kadın-erkek eşit değil miras meselesinde... Oysa Şiilikte eşit... Bizim iki kızımız var. O yüzden gidip Şii oldum. Zor değil Lübnan’da...”
Evet, Beyrut böyle bir yer.
Hep aynı soru Beyrut’ta:
Suriye’de ne olacak?
Yanıtı bilene rastlamadım.
Financial Times’ın yazarı ve yılların Ortadoğu uzmanı David Gardner da bilemiyor. Kendisiyle bir akşam sohbet ederken, 2013’te bölgeyi iyiliklerin beklemediğini söyledi.
Suriye bölünür mü? Alevi devleti kurulabilir mi? Suriye Kürtleri, devletleşmekte olan Irak Kürtleriyle birleşebilir mi?
Veyahut Suriye Lübnanlaşır mı, Iraklaşır mı ya da Somali’deki gibi kendini tam bir cehennem çukurunun içinde bulabilir ve devlet olarak yok olabilir mi?
Sorular azalmıyor, çoğalıyor.
Ve hepsi Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor.
Lübnan’ın muteber The Daily Star gazetesi yılsonu başyazısına şu başlığı koymuş:
“Bizi bekleyen kabuslar!”
Beyrut’ta geçirdiğim üç gün, üç yazı böyle.
Yorum Yap